a) Genel Durum İçinden geçtiğimiz süreç emperyalizmin küreselleşme politikalarının aracı olan IMF ile özeleştirme uygulamaları, terörizmle mücadele adıyla açık işgallerin yaşandığı bir dönemdir. Dünyanın yoksullar ve varsıllar diye bölündüğü, bir milyarı aşkın insanın toprağından işinden edildiği bu süreç tüm emek örgütlerinin örgütlenme ve mücadelesi açısından yaşamsal bir önem taşımaktadır. Emperyalizmin ülkemizdeki politikalarını hiç göz kırpmadan […]
a) Genel Durum
İçinden geçtiğimiz süreç emperyalizmin küreselleşme politikalarının aracı olan IMF ile özeleştirme uygulamaları, terörizmle mücadele adıyla açık işgallerin yaşandığı bir dönemdir. Dünyanın yoksullar ve varsıllar diye bölündüğü, bir milyarı aşkın insanın toprağından işinden edildiği bu süreç tüm emek örgütlerinin örgütlenme ve mücadelesi açısından yaşamsal bir önem taşımaktadır.
Emperyalizmin ülkemizdeki politikalarını hiç göz kırpmadan uygulayan, uluslararası sermayenin yılmaz savunucusu AKP hükümeti, kendisinden önceki hükümetler gibi emekçilerin tüm haklarını gasp ederek sermayeye peşkeş çekmek için her türlü gayreti göstermektedir. IMF’ci olan önceki hükümetlerin devamı niteliğindeki AKP hükümeti daha da ileri giderek ABD emperyalizminin Irak işgalinde suçuna ortak olmak için büyük bir gayretkeşlik göstermiş ancak bunda başarılı olamayınca BOP(Büyük Orta Doğu Projesi)un taşeronluğuna soyunmuştur. Ülkemizi, işgalci, çocuk katili, tecavüzcü NATO’ya kirlettiren ve ABD’nin orta doğudaki politikalarına yamanma uğraşılarını devam ettiren AKP hükümeti emek karşıtı politikalarına daha da azgınca devam etmektedir.
Kamu reformu aldatmacasıyla çıkarılan ‘Kamu Reform Yasası’ ile devletin sosyal niteliği ortadan kaldırılarak tüm hizmetlerin paralı hale getirilmesinin ardından ‘Yerel Yönetimler Yasası’ ve ‘Personel Yasası’nın çıkarılmasıyla uluslar arası sermayenin ülke içindeki serbest dolaşımı sağlanarak, emekçilerin açlığa ve yoksulluğa terk edilmesinin son adımlarının, yılsonuna kadar tamamlanması düşünülmektedir. Tüm emekçileri esnek ve kuralsız çalıştırma koşullarının yasal zeminlerini oluşturan IMF işbirlikçisi AKP hükümeti emekçileri de kendi içinde bölmeyi, güvencesizleştirme ve örgütsüzleştirmeyi hedefleyen çeşitli yasal düzenlemeler (Performans ölçümü, Toplam Kalite Yönetimi ve Öğretmenleri Derecelendirme Yasası gibi.) yaparak sermayeye dikensiz gül bahçesi hazırlamaktadır. Eğitim ve sağlık başta olmak üzere kamu hizmetlerinin önemli bir kısmında bütün teamüllerin dışında yasal olmayan biçimde sözleşmeli (güvencesiz) elaman istihdamı iyice hızlanmıştır (Milli eğitimde çeşitli sözleşme biçimleriyle çalıştırılan öğretmen sayısı 100 bini aşmış bulunmaktadır.)
b)Çalışma yaşamındaki değişimler ve yeni çalıştırma biçimleri
Kapitalist sistemde yaşanan değişiklikler, sermaye birikiminin gereksinimleri doğrultusunda gerçekleştirilirken; makro düzeyde tüm ekonomilerde, mikro düzeyde ise üretim sürecinde ve emek piyasalarında köklü bir yeniden yapılanma meydana gelmiştir. Uluslar arası planda düşük ücretle istihdam edilen iş gücünün varlığı, işin parçalara bölünmesi, teknolojik gelişkinlikle bağlantılı olarak emek sürecinin vasıfsızlaştırılması, emperyalist tekellerin yarı sömürge, bağımlı kapitalist ülkelerde eğitimin yeniden yapılandırılması ile iç içe geçmektedir.
Üretim yapısında meydana gelen değişimle, Fordizm (yığınsal ve istikrarlı üretim) yerini, Post-Fordizm ( stoksuz, değişken üretimi sağlayan esnek üretim) almıştır. Esnek üretimin sonucu olarak da; kesintisiz çalışma yerini esnek çalışmaya bırakmıştır. Esnek istihdam, esnek çalışma zamanı, esnek ücreti içinde barındıran emek sürecinin esnekliğini de getirmiştir. Emek sürecinin esnekliği, çekirdek işgücü (geçici, mevsimlik, kısmi zamanlı vb) kavramlarını beraberinde getirmiştir.
Esneklik boyutunu açmak gerekirse; altı yönü karşımıza çıkmaktadır.
1. Esnek çalışma biçimleri
• Kısmi süreli (part-time) çalışma
• Geçici istihdam yaratmada esneklik (belirli süreli hizmet akitleri, iş bulma büroları ile ilişkiler)
• Çalışma süresinin esnek organizasyonu ( yıllık saatler, zaman bankacılığı vb.)
2. Ücretlerde esneklik
• Makro düzeyde
• Mikro düzeyde
3. Sayısal esneklik
Toplu işten çıkarma
İşten ayrılma tazminatı
Geçersiz sebeplerle işten çıkarma
4. Fonksiyonel esneklik
5. Nitelik esnekliği
6. Coğrafi esneklik
İhtiyaç Duyulan Esnek Çalışma Modelleri
Sermaye kendi ekonomik darboğazlarından daha az kayıpla çıkabilmesi, emperyalizmin neoliberal politikalarına bağlı olarak artan rekabet için öngördüğü çalıştırma biçimi şunlardır:
• Kısmi zamanlı çalışma
• Evde çalışma
• Tele çalışma
• Ödünç iş ilişkileri
• İş paylaşımı
• Çağrı üzerine çalışma
Sermaye kendi krizini aşmada emekçileri daha fazla sömürme aracı olarak tipik esnek çalışma modellerini yasal dayanağa kavuşturma uygulamalarının yaygınlaşmasıyla mümkün görmektedir. Burjuvazi işletmelerinde işgücünden uygun değer verimin sağlanabilmesine yönelik olarak, üretim kapasitesinde meydana gelen dönemsel değişikliklere uyum gösterecek uygulamalarını da şu şekilde düzenlemiştir:
• Ücretsiz izin,
• Telafi çalışma,
• Nöbetleşe çalışma,
• Çalışma sürelerinin azaltılması,
• Esnek vardiya sistemleri,
• Yoğunlaştırılmış iş haftası,
• Kaydırılmış hafta tatili, genel tatil
Görüldüğü gibi sermaye değiştirdiği koşullara kendisini hazırlama noktasında çalışmalarını sürdürüp, bu konuda yasa koyuculara raporlarını bir bir sunarak taleplerinin bir an önce gerçekleştirilmesi için gereken yasaların çıkarılması konusunda kararlılığını ortaya koyuyor. Siyasi iktidarlarda bu talepleri geciktirmeden hayata geçirmek için gerekli yasal düzenlemeleri emekçilere rağmen vakit kaybetmeden çıkarmak için can siperane bir uğraş içindeler. En son çıkarılan iş yasasında yukarda özetlenen esnek çalıştırma uygulamalarını ince ayrıntılarına kadar görmek mümkün.
Emperyalizmin neoliberal politikaları sonucu, devletin işlevini ve biçimini bu sürecin gereklerine uygun olarak yeniden yapılandırırken, kamu yönetimi ve kamu personel rejimi de aynı doğrultuda değişime uğratılmak istenmektedir. Çıkarılması planlanan ve hala meclis gündeminde olan ‘yeni personel rejimi yasa tasarısı’ da kamu iş kolunda esnek çalıştırma biçimlerini içermektedir. Esnek kamu personel rejimi olarak niteleyeceğimiz bu biçimleniş, yeni kamu işletmeciliğinin yerleşmesine paralel olarak çeşitli ülkelerde halen oluş halindedir. Bu rejimin temel unsurları, özelleştirme ve esnekleşme ile toplam kamu personel sayısının azaltılması, kamu personeli istihdamında statü hukukundan sözleşme hukukuna geçiş, esnek çalışma biçimlerinin yerleştirilmesi, özel sektörden alınan işletme, ücretlendirme ve insan kaynakları yönetimi tekniklerinin kullanılması olarak belirmektedir.
Türkiye’ de kamu personel rejimi, esnek personel rejimine geçişin özelliklerini göstermektedir. Taslak halinde olan “Kamu Personel Reformu” girişiminin gerçekleşmesi halinde bu eğilimler yapısal bir değişikliğe dönüşecek, memuriyetin özelleştirildiği bir dönem başlayacaktır. Hatta başlamış olup birçok alanda sözleşmeli personel çalıştırılmaya başlanmıştır.
Devletin bu yeni biçimlenişi, yönetsel ve baskıya dayalı aygıtların vazgeçilmez kadrolarını çekirdek olarak muhafaza eder ve devlet örgütlenmesinin asli unsurları haline getirirken, geriye kalan ve büyük bir sayıya ulaşan emekçi memur kitlesini yeni bir durumun içerisine sokmakta, farklı bir konuma, dışa doğru itmektedir. Planlanan; yüksek nitelikli, profesyonel yönetsel görevler ve polis, yargı gibi baskı aygıtları için 300 bin dolayında çekirdek kadronun belirlenmesi ve geriye kalan 1,5 milyonu aşkın kamu emekçi
sin sözleşmeli vb biçimlerde konumlandırılmasıdır.
c) Sendikal örgütlenmede yaşanan krizler
İçinde bulunduğumuz bu süreç tüm emek örgütlerini olumsuz yönde etkilemektedir. Çünkü bu durum sermayenin emeğe karşı sürdürdüğü çok yönlü bir saldırıdır. Temelinde emek-sermaye çelişkisinden kaynaklı bu çatışma ancak tepeden tırnağa yenilenmiş bir sendikal örgütlenmeyle bertaraf edilebilir. Bu gün emek hareketinin önemli bir aracı olan sendikalar mevcut koşullardan kaynaklı olarak içine düştükleri olumsuzluklar siyasal ve ideolojik olarak bir kriz saptamasını yapacak denli boğucu bir atmosferi solumaktadır. Kapitalist üretimin dünya çapında ve Türkiye’ de devletin, toplumun yeniden yapılandırılması ile birlikte geleneksel sendikal hareket tarihsel sınırlarına dayanmış tıkanmış durumdadır.
Emperyalizmin yeni sömürü politikalarının sendikal yaşamdaki etkileri oldukça büyük olmuştur. Sendikaların yeniden inşasında yaşanan bu dönüşüm kavranmadan ve bu çözümleme devrimci politikalar, mücadele ve örgütlenme biçimlerinin diline çevrilmeden Eğitim Sen’ in yaşadığı tıkanıklığı aşması mümkün görünmüyor. Bu bağlamda sendikal krizin temel noktalarını en genel anlamda şu biçimde belirlemek mümkün;
1. Üretimin parçalanması sonucu örgütlenecek alanın genişlemesi.
2. İşkolu üzerinde, büyük ölçekli fabrikalarda örgütlenen sendikaların örgütlenme zemininin erozyona uğraması.
3. Sınıf içi parçalanma ve yoğun işsizliğin geleneksel dayanışma zeminini ve ilişkilerini yıpratması.
4. Büyük ölçekli fabrikalarda İnsan Kaynakları Yönetimi (İKY) , Toplam Kalite Yönetimi (TKY) anlayışlarıyla işçilerin (özellikle çekirdek işgücü) hem daha fazla sömürülmesi hem de TİS yerine bireysel işyeri sözleşmesinin dayatılması
5. Neoliberal ideolojinin ve politikaların, emekçilerin beyinlerinde ve örgütsel yapılarında yarattığı tahribatlar, örgütlülüğün yerine bireyciliğin öne çıkması,
6. Kapitalist değişen üretim ilişkileri karşısında sendikal hareketin sınıfın ihtiyaçlarına yanıt verememesi,
7. Bu bağlamda sendikal krizleri hem yapısal hem de örgütsel temelde ele alınıp irdelenmesi ve çözümlerin bu temelde irdelenmesi gerektiği,
8. Sendikal krizin yapısal olarak irdelenmesinde değişen üretim ilişkilerine bağlı olarak yeni çalıştırma biçimleri, toplumsal yapıdaki farklılaşma, işçi sınıfının kendi iç ilişkilerinde değişme ve bunun karşısında sendikal örgütlenmelerin yetersizliği hatta kendi gelenekselliklerindeki ısrarcı tutumları ile egemen sınıf olan sermayenin uyguladığı politikalara meşruiyet zemini sunacak kadar pusulasını kaybetmeleri (Avrupa’daki çağdaş sendikacılık anlayışı),
9. Sendikaların örgütsel temelde içine düştükleri krizin ise çalışma yaşamında değişimlere ayak uyduramamaktan kaynaklı olarak eski örgütlenme tarz ve alışkanlıklarına devam etmeleri sonucunda yeni istihdam biçimleri ve buralarda çalışan yeni işçi kitlesini örgütleyemedikleri,
10. Yine örgütsel krize bağlı olarak eski örgütlenme biçimi olan işyeri (Japon sendikacılık modeli) ve işkolu sendikacılığının yeni dönemi örgütlemede yetersizliklerle dolu olması eski sendikal yapıların merkezi bürokratik yanının ağır bastığı, sendikal demokrasinin giderek zayıfladığı, bürokratikleşmenin hız kazandığı
11. Sendikal hareketin krizden çıkış yolu olarak öncelikle küreselleşmeye bağlı olarak emperyalizmin sömürü politikalarındaki değişimlere bağlı olarak çalışma yaşamındaki değişimleri, değişen işçi sınıfının yapısına göre yeni bir sendikal anlayışa ihtiyaç duyulduğu
12. İşçi sınıfının değişen yapısına bağlı olarak tarif edilen sendikal anlayışın kendisi işçi sınıfının bütün bileşenlerini kapsaması gerektiği gerçeğinden yola çıkarak esnekleştirilmiş çalışma koşullarına göre bir örgütselliği de yakalaya bilen yeni bir sendikal örgütlenme biçimlerinin tartışılması gerekliliği
13. Emperyalizmin özellikle yeni sömürge ülkelerdeki neo liberal uygulamalarının başında özelleştirme adı altında tüm kamusal alanın piyasalaştırılmasıyla yeniden sömürgeleştirme denilen süreç yaşanması,
14. Esnek çalışma ve bunun kışkırttığı çalışma ortamındaki rekabet, (Ücret ve statü ayrıştırılmasından kaynaklı rekabet, her türlü ayrımcılığın kışkırtılması sonucu bölünme ve parçalı duruşlara yol açan rekabet, sendikal rekabet, siyasal-düşünsel farklılıkların kışkırtılmasından kaynaklı rekabet vb.)
15. Sendika üyelerine, sendikalaşmaya yönelik idari ve siyasi baskılar,
16. İşçiler arasındaki birliği zorlayıcı unsurlar, geleneksel önyargılar,
17. Sendika üyesi olmayan emekçilerin, örgütlenmeye ve sendikalara olan inançsızlık ve güvensizlik eğilimlerinin artması,
18. Devletin; sermayenin çıkarlarını/ihtiyaçlarını gözeten ve emekçilerin örgütlülüğünü dağıtmayı hedefleyen yasal düzenlemeler,
19. Yeni saldırı politikalarına, emek hareketine ve sendikalarına yönelen saldırılara karşı tüm halk güçlerini seferber edebilecek, mücadelede öncü rolü oynayabilecek, ülke çapında mücadeleyi birleştirecek siyasal önderliklerin zayıflıkları
Geleneksel sendikal yapılanmanın bu süreçte yapısal değişimi yaşayamaması, kendi içinde de çıkmazlarının olması yaşanan krizi derinleştirmektedir. Yukardaki tespitlere bağlı olarak sendikalarda örgütsel sorunlar olarak en genel anlamda karşılaşılan içsel sorunlar ise;
• Bürokratik merkeziyetçilik.
• Yabancılaşma.
• Apolitikleşme
• Ücret sendikacılığı.
• Sosyal diyalog ve uzlaşma.
• Sermayenin saldırılarına karşı politika üretememe
• Sendikaları STK ‘laştırarak sermaye ile işbirliğine giden bir rotaya sokulmak istenmesi gibi sonuçlar sendikaların içine girdikleri krizin çözümlenmesi gereken iç sorunları olarak karşımızda durmaktadır.
Yaşanan sendikal kriz, en genel düzeyde kapitalist toplumlar bünyesindeki üretim örgütlenmesindeki farklılaşmalar v.s nedenlerle işçi sınıfının bileşiminde ve emek-gücü pazarlarının yapısında değişmeler olmuştur. Bu değişmelere bağlı olarak sendikaların geleneksel örgütlenmelerinin, içinden geçilen döneme uygun olmayan politikalarla o kadar geri bir noktaya düşmüşlerdir ki neredeyse sermayenin politikalarına meşruiyet zemini oluşturur bir çizgiye gelmişlerdir.
Türkiye’de sendikal krizin aşılabilmesinde temel önceliklerini en genel anlamıyla ifade edecek olursak; ilk olarak, öncelikle sendikal mücadele süreçlerinin, işçi sınıfının tüm kesimlerini kapsayacak bir gelişkinlik düzeyine ulaştırılması gerekir. Bu aritmetik olarak sendikal örgütlerin bir çatı birliğine gitmesi değil, sendikal hareketin bir bütün olarak aşağıdan yukarı tüm düzeylerde yeniden yapılandırılmasıdır. Bu ise, yeni sendikal aktivistler kuşağının da oluşturulmasını gerekli kılar.
Sendikal hareketin yenilenmesindeki ikinci olarak, emperyalizmin neo-liberal politikalarıyla yoksullaşan, mülksüzleşen ve işsizleşen yeni proleter kesimlerin, yeniden yapılanma sürecinin temel dinamikleri olarak konumlandırılmasıdır. Yeni sendikal anlayış, sınıfın tüm dinamiklerini kapsayarak, toplumsal kurtuluş projesiyle de ilişkilenmeyi önüne koyan toplumsal hareket formunda kendisini örgütlemelidir. Dünyanın özellikle yoksul, az gelişmiş yeni sömürge ülkelerinde gelişen bu sendikal anlayış, Türkiye’de kamu çalışanları sendikal hareketinin başlangıcında ipuçlarını göstermiştir. Kamu emekçileri hareketi, sendikal krizi çeşitli düzeylerde yaşasa da, se
ndikal hareketin hala en dinamik kesimini oluşturmaktadır.
d) Kamu Emekçileri Sendikal Hareketi ve KESK
Kamu emekçileri hareketinin, ülkemizin sendikal mücadele tarihinde özel bir yeri vardır. Sınıf hareketinin krize girdiği dönemde 1990’ların başında kamu çalışanları kuruluşuyla sendikal harekete yeni soluk alma kanalı yaratmıştır. Sınıf hareketine fiili-meşru-militan bir mücadele ve örgütlenme anlayışını kazandıran kamu çalışanları, sendikal demokrasinin de en temel örneklerini bu süreçte oluşturdu. Tabanın doğrudan kararlara katılımı, mücadelenin demokrasisi, iş yeri örgütlenmeleri, bunlardan bazılarıydı. Bu özellikleri taşıdığı dönemler içerisinde, kamu çalışanları hareketi 20 Aralıkları, 16-17 Haziranları, 4 Martları ve 1 Aralıkları yarattı.
Ne var ki kamu çalışanları sendikal hareketi, 1995’ten itibaren en temel çıkış noktalarını bir kenara bıraktı ve kurumsal kimliğini “memur sendikacılığı” ile sınırlayarak konfederasyonlaştı. O dönemde Devrimci Kamu Çalışanlarının öncülüğündeki kamu emekçilerinin önemli bir kesimi KESK’in tüzük kurultayında yapılan tartışmalarla bu tercihe karşı çıkarak kamu çalışanları hareketinin tüm emekçilerle bütünleşen bir mücadele ve örgütlenme çizgisini gerçekleştirmesi gerekliliği ifade edildi. Konfederasyonun kuruluş kurultayında önerilen politikalar ve tüzük önerisi de bu yaklaşımın somut biçimlerini oluşturdu. Mevcut yaklaşımın ise hareketin iç dinamizminin körelteceğini, işçi sınıfı hareketinin bütünü için temsil ettiği “yenileyici” potansiyeli tüketeceği vurgulandı. Ne yazık ki süreci kavrayamayan ve geleneksel sendikacılıktan beslenen geleneksel sol merkezler aşılamadı.
Kamu emekçileri sendikal hareketi, başlangıcında sahip olduğu özelliklerini bir kollektif bir bilince dönüştürerek hareketin bütününe taşıyamadı. Özellikle sendikal yönetim mekanizmalarında bulunanların zamanla geleneksel sendikal hareketin dar kalıplarına hapsolması, bu kişilerin siyasal tercihlerini harekete dayatmaya çalışmaları da bu özelliklerin kaybolmasında önemli nedenlerden birini oluşturdu. Sendika yönetimlerinde ise sendikal mücadele programlarının değil, bazı siyasal grupların ihtiyaçları üzerinden oluşturulan siyasal-sayısal ittifaklar yer almaya başladı. Sendikal gündemler, yönetimde yer alan grupların siyasal ihtiyaçlarına göre belirlenmeye başlandı.
Katılımcılığın yerine, yukarıdan aşağı geliştirilen katı merkeziyetçilik, mücadele demokrasisi yerine, vizyon sahibi lobici, kişiler almıştı. Sendika yasasına karşı verilen mücadele ve yasa sonrası izlenen tutum, kamu çalışanları mücadele tarihinin inkarı boyutlarına ulaşmıştı. Örneğin, kamu çalışanları sendikaları 1990’larda kurulmuş ve her iki yılda bir olağan kongrelerini (olağanüstüler hariç) yapmışlar, ancak 2001’de sendikalar yasası çıktıktan sonra yapılan kongreler ilk kongre kabul edilerek geçmiş mücadele tarihi yok sayılmıştı. Bu durum basit bir sayı sayma hatası değil, yasaya uyum sağlamanın ötesinde onu içselleştirerek ehlileşmedir. Böylelikle bir mücadele tarihi yok sayılmakla kalınmamış, aynı zamanda kamu çalışanlarının mücadelelerle oluşturduğu bütün olumlu değerlerden vazgeçildi.
Yine bu dönemde kendini tekrarlayan, amaçları, hedefi, sınırları ve hazırlık süreci iyi örgütlenmemiş eylemler (2006 toplu görüşme süreci esas alındığında sıçrama yapmak, daha etkili bir sendikal hareket olmak yerine, ne acıdır ki devlet güdümlü sendikalarla aynı fotoğraf karesinde görünmek için çabalayan bir KESK yönetimi vardı. Başında görüşmelere katılıp sonradan bunun orta oyunu olduğunu söyleyip, eylemliliklere devam edeceği söylenerek, sonrada bunu yerellerde sevkle bütçe eylemine çevirmek ise kurbağanın öküze özenerek şişinip patlaması hikâyesine döndü; tabi ki kurbağa olan KESK’ti.) bir KESK klasiği olarak (maalesef) devam etti. Kimi dönem, sendikaların yönetiminde olanların bile şaşırdığı kitlesel-militan eylemler gerçekleştiğinde de onu süreklileştiren ve bu tarzdan uzaklaşmadan direnişleri yaygınlaştırmak yerine ivmeyi düşürdüler. Çeşitli demogojik, çelişkili açıklama ve kararlarla mücadeleyi yöneldiği hedeften uzaklaştıran yönetimler, sendikal hareketimize gerçek anlamda önderlik yapma anlayış, yetenek ve programdan yoksun olduklarını fazlasıyla gösterdiler. Bu durum kitlelerin yöneticilere ve buna bağlı olarak da sendikalara karşı bir güvensizlik içine düşmesine neden oldu.
Sonuçta gelinen noktada yönetimlerin yanlış politikaları, üyelerinin “gündelik hak ve çıkarlarını koruma” ve “toplu görüşme sürecine katılma” ile sınırlı bir mücadele ve örgütlenme anlayışı, KESK’i ve bağlı sendikalarını, zaman içinde bürokratikleşmeye yöneltti. Kamu emekçileri hareketini durağanlaşarak siyasi iktidarın saldırıları karşısında direnebilme yeteneğini kaybetti.
Kamu emekçileri hareketi bir “memur konfederasyonu” haline getirildikten sonra siyasi iktidarlar tarafından kuşatılmaya, işçi sınıfının diğer kesimlerine göre ücretlerini biraz daha korumalarına izin verilerek gevşetilmeye başlandı. Bir yandan Türk Kamu Sen, Memur Sen gibi devlet güdümlü konfederasyonlarla “rekabet” platformuna sıkıştırılabildi; diğer yandan da taşeronlaştırmalar, özel sözleşmelilik, toplam kalite yönetimi, performansa dayalı ücret gibi uygulamalarla hareketin temeli daraltılabildi. Kamu emekçileri hareketinin, işveren devletin sistematik saldırısı karşısında yaşadığı bu zayıflamanın etkisi, kamusal alana yönelik nihai saldırının gündeme geldiği bu gün daha da çok hissedilmektedir.
KESK(ve Eğitim Sen)i esas olarak bir politik vitrin ve destek alanı olarak değerlendiren, bu nedenle de yönetimi oluşturmayı koltuk paylaşımına indirgeyen geleneksel sol merkezler için “sendikal strateji” tartışması bugüne dek ikinci planda kaldı. Kamu çalışanları hareketinin devletin yeni saldırı programları karşısında direnme yeteneğinin belirgin bir biçimde zayıflaması, KESK içerisinde yeni sendikal çizgi arayışlarını ön plana çıkarılmasını gerekli kılmaktadır.
Artık bugün kamu çalışanları hareketinin, işveren devletin yeni saldırı programları karşısında direnme yeteneğinin (yukarda genel hatlarıyla anlattığımız nedenlere bağlı olarak) belirgin bir biçimde geriye düşmesi, KESK( ve Eğitim Sen) içerisinde yeni sendikal çizgi arayışlarını ve bu doğrultudaki tartışma, pratik çabaları ön plana çıkarmıştır.
e) Eğitim Emekçileri Hareketi ve Eğitim Sen
Eğitim emekçilerinin demokratik hak ve özgürlükler mücadelesi, yüzyıllık bir birikime sahiptir. Kökü Muallimi Encümen, TÖS, TÖB-DER örgütlenmelerine kadar dayanır. 1988’de öncelikle 12 Eylülün baskı rejimine karşı demokrasiyi öne çıkaran ve tüm çalışanların sendikal hak ve özgürlüklerinin kazanılmasını amaçlayan eğitim emekçileri, devrimci öğretmenlerin etkin öncülüğü ile en zor dönemde örgütlenmenin önündeki engelleri ve sınırlamaları aşan bir tarzda mücadeleyi başlattılar. Tüm kamu çalışanlarının sendikal hak ve özgürlüklerinin kazanılması mücadelesinin en ön saflarında yer aldılar. Önce EĞİT-DER’in kurulması, ardından Türkiye’nin dört bir yanına yayılan “Sendikal Haklar Komisyonları” (SHK), sendikalaşma girişiminin ilk adımları oldu.
Süreçte yapılan tartışmalara bağlı olarak ayrı sendikalarda (Eğit Sen ve Eğitim İş) örgütlenen eğitim emekçileri daha sonra eğitim emekçilerinin isteği ve yaşanan pratiğin dayatması sonucu birleştiler. Ancak bu birlik kendi içinde taşıdığı sorunları çözecek bir tartışma
yı ve buna bağlı olarak aşağıdan yukarı bir ortaklaştırılmış bir yaşam pratiğini oluşturamadığı için tepeden birlik örgütüne dönüştü. Eğitim-Sen, mücadelenin gereklilikleri yerine, birliği oluşturan sendikal bileşenlerin hassasiyetleri üzerinden politika yapmaya başladı. Eğit-Sen ve Eğitim-İş süreçlerinin Eğitim-Sen’e taşıdığı sorunları kronik hale getiren bir yaklaşımın, merkezi sendikal politika haline getirilmek istenmesi; Eğitim-Sen’in örgütsel işleyişinin, mücadele dinamiklerinin değerlendirilememesine yol açtı.
Eğitim-Sen’in kurulması sorunlar taşısa da, eğitim emekçileri cephesinde sevinç ve mutlulukla karşılanırken, egemenlerin hoşuna gitmemişti. Çünkü eğitim emekçilerinin sendikal mücadelesinin gücü ve etkisi bilinmekteydi. Sendika kapatmalara karşı mühürleri söken, sürgünlere ve görevden almalara karşı fiili olarak mücadele eden, iş bırakma ve Ankara eylemleriyle toplumsal muhalefetin en dinamik güçlerinden biri olduğunu gösteren eğitim emekçileri bu sendikal örgütlenme ve mücadele anlayışı ile potansiyel olarak daha da güçlenmişti.
Eğitim emekçilerinin birlik sürecinde ortaya çıkan bu sorunlar kamu çalışanlarının genel mücadelesinde de yansımasını buldu. Özellikle birleşme sonrasında hız kazanan konfederasyonlaşma tartışmaları ve konfederasyonlaşma sürecinde yaşanan tartışmalar, Eğit-Sen ve Eğitim-İş sürecinde ortaya çıkan mücadele anlayışlarındaki farklılaşmaların aynı şekilde konfederasyonlaşmada da kronikleşmesi, kamu çalışanlarında önemli politik sapmaların beslendiği zeminleri çoğalttı.
Yasallaşma süreci ve buna paralel olarak gelişen birlik sürecindeki bu yönelimin ardından gerilemeye ve kendini daraltmaya başlayan Eğitim-Sen, uzun süren mücadele ve bedellerle elde ettiği kazanımlarını da kullanamaz duruma geldi.
Önceleri yasaklara karşı fiili-meşru ve militan bir tarzla alanlara çıktığında, olanlarda ve olacaklarda doğrudan devletin bürokratlarının sorumluluğunu teşhir edip, dönemin Başbakan Yardımcısına özür dilettirirken; bu gün pazarlıkla, devletin bürokratlarının izin verdikleri zaman ve mekânda eylem yapacak kadar uzlaşmacıdır. O gün Eğit-Sen’e karşı açılan kapatma davasına cevaben on binleri Ankara sokaklarına döken sendikal önderlik, devletin bekçilerine “şu barikatınızı çekmezseniz, olacaklardan yalnızca siz sorumlusunuz” diyerek kitlesine duyduğu güvenle Kızılay’ı eylem alanına çevirdi ve kapatma davasını geri çektirdi. Bugünkü önderlik ise, “yanlış bir şey yaparsak sendikamızı kapatırlar” diyecek kadar kendini yasalara hapsetmektedir.
Fark şu ki, o gün eğitim emekçilerinin sendikal mücadelesi yükseliş döneminde idi, bu gün ise “artık yasalız” zihniyetinin hâkim olduğu çözülme süreci içindedir. Bu noktaya elbette birden bire gelinmedi. Eğitim emekçilerinin başlangıçta ivmesi yükselen mücadelesi, 1995’e doğru duraklama evresine girdi. Bu dönemde önceki kazanım ve olumlulukları tüketmeye başlayan sendikamız, bu gün yönetim mekanizmalarındaki geleneksel sendikal anlayışların hâkimiyetiyle, tüketecek bir şeyi kalmayarak çözülme sürecine girdi.
Bu bağlamda çözülme sürecine bağlı olarak sorunları şu şekilde tanımlamak mümkün.
• Eğitim-Sen 90’lı yılların başında hedef olarak ortaya atılan ortak çalışanlar yasası talebi ve ortak örgütlenme perspektifi KESK’in bir memur konfederasyonu olarak kurulmasıyla gündemden düşerek içi boş bir slogan düzeyine indirgendi.
• 2001’de ”sendika yasası”nın kabulü, Eğitim-Sen’in(ve KESK’in) mücadelesinde bir kırılma noktası yaratmıştır. Sahte sendika yasası eksik sendika yasası diye adlandırılıp kabul edildi. Toplu görüşmelerdeki ortaoyununa birkaç yıldır figüranlık edilmesi üyelerde hayal kırıklığı yaratmış, sendikaya olan inanç zedelenmiştir. Karar süreçlerine üyelerin katılımının önü kesilmiş, bürokratik-merkeziyetçi yapılar oluşmuş, grupsal kaygılar antidemokratik seçim pratiklerinin yaşanmasına neden olmuştur. Örgüt içi demokrasinin oluşturulamaması tabanla tavan arasındaki kopuşu perçinlemiş ve yabancılaşmanın önünü açmıştır.
• İşyeri faaliyetleri yavaşlamış, sendikalar masa başından talimatlarla yönetilmeye başlamıştır. Üye ile yönetim arasındaki kopuş, 24 kasım 2005 büyük eğitimci yürüyüşünde acı meyvesini verdi. Kendi kitlesine değil devlet erki ile görüşmelere bel bağlayan bir zihniyet belirdi.
• Anadilde öğrenim hakkı gibi sendikanın geçmişten bugüne taşıdığı değeri tabana sormadan, tartıştırmadan, yukarıdan bir operasyonla tüzük maddesinden çıkarıldı. Bu manevra basit bir tüzük değişikliği olmayıp artık sendika yönetiminin, sendikanın olmazsa-olmazı denebilecek bir ilkesini ”sendikayı savunmak” adına vazgeçebileceğini göstermiştir.
• İşçi sınıfına ve özelde eğitim emekçilerine yönelik saldırılarda ( SGY, GSS, Kamu Personeli Rejimi Yasası, Kariyer basamaklandırma vb) sınıfın diğer bileşenleriyle ortak mücadele hattı oluşturulamamış, yetersiz kalınmış, bu konuda farklı tutum alan kişi, grup ya da örgütlenmeler provokatörlükle suçlanmıştır.
• Üyelik işlemlerini yasakçı yasaya göre yapılmıştır. Ücretli-sözleşmeli eğitim işçilerinin, emekli olan üyelerin üyeliklerinin devam ettirilmemiştir.
• Örgütlenmenin dönemlik kampanyalara hapsedilerek örgütlenme perspektifi-stratejisi politikaları oluşturulmamıştır.
• Taban- tavan arasındaki açının artması ve her düzeyde güven ilişkisinin zedelenmiştir,
• Mücadeleyi birleştirme görevinin yerine getirilebilmesi için gerekli iradenin gösterilemiş, bu da ortak iş yapma fikrini zayıflatmıştır,
• Sendikal anlayışına ve duruşuna göre dışlama ve dağıtıcı tutumlar yer almıştır,
• Sendikaların bir okul olarak algılanmaması ve değerlendirilememe eğilimi güçlenmiştir,
• Günlük mücadelede fikri boşluk bırakılmış ve gündemin gerisinde kalınmıştır,
• Özelleştirme vb saldırılarda yerinde ve zamanında birleşik bir tutum alınarak güçlü karşı duruşların gösterilmemiştir,
• Bazı Yöneticilerimizin, önemli oranda toplumdan izole bir yaşam alışkanlığını sürdürmeye başlamış ve bunu devam ettirmiş,( Örn: Genel merkez binasının şehir merkezinden oldukça uzakta adeta eğitim emekçilerinin dünyasının dışında bir yere taşınması bunun ibretlik bir örneği durumundadır.)
• Emekçileri bölme/parçalama amaçlı her türlü rekabete karşı, başta emekçi kimliği üzerinden birliği sağlamaya dönük birlik stratejisi oluşturulmamıştır,
• Eylemde ve mücadelede birliği sağlayarak ortak örgütlülüğe yönelecek, birlik stratejisine hizmet edecek taktiklerin geliştirilememiştir.
Bu istenmeyen gelişmelerden dolayı, sendikamız eğitim emekçileri ve tüm kamu çalışanları için de bir zamanlar umut olan “Eğitim-Sen” değildir. Parti kaygısı ve grup çıkarı için yönetimlerde mevzilenen siyasal anlayışlara bu haliyle yeterli gelen Eğitim-Sen, artık eğitim emekçilerinin mücadele örgütü olmaktan çok uzaklaşmış durumdadır. Eğitim emekçilerinin, her türlü baskıya karşı ilmek ilmek ördüğü mücadele örgütüne bu gün dünden daha çok ihtiyacı vardır. Bu gün eğitim emekçilerinin biricik örgütü Eğitim Sen toplumsal muhalefetin en diri unsuru olacak biçimde tekrar ve yeniden yapılandırarak saldırılara karşı koymak gibi bir görevle karşı karşıyadır.
Genel hatlarıyla tespit etmeye çalıştığımız durum, bugün eğitim emekçilerinin sendikal sürecine ve onun mücadelesine doğru bir anlayış çerçevesinde müdahale etmeyi, bir ihtiyaç olarak ortaya koymaktadı
r. Bu müdahale, yönetime basit muhalefet etme ya da basit bir değişim olarak tasarlanamaz. Yaşanan devasa proleterleştirme ve yeniden işçileştirme dalgasının içinde sendikal harekette bugün gereksinim duyulan şey, baştan aşağı bir yeniden inşadır. Bu nedenle, başta eğitim emekçileri olmak üzere, tüm kamu emekçileri işçi sınıfının bir bileşeni olarak, sendikal hareketin yeniden inşası için ortak örgütlenme ve ortak mücadele perspektifi ile hareket etmelidir.
f) Yeni Dönemde Eğitim Sen’in Örgütlenme ve Mücadele Anlayışı
Artık belirgin biçimde görülmektedir ki, uygulanmakta olan neo-liberal program, KESK’in kendisini bir “memur konfederasyonu” olarak sınırlamasına da, mücadelesini “grevli-toplu sözleşmeli sendikal hak” mücadelesiyle daraltmasına da olanak tanımamaktadır. Örgütleme, mücadele hedefleri saptanırken, iş yeri ve iş kolu ayrımının ötesinde genel hedeflerin belirlenmesi ve buna uygun araçların yaratılması gerekir. Bu ise, ‘yeni bir örgütlenme’, ‘yeni bir sendikal anlayışın’ yaşama geçirilmesidir.
KESK (ve Eğitim Sen) kendisinin de içinde olduğu sendikal hareketin sorunlarını tartışmaya girişirken bunun iki temel bağlamı olduğunun ortaya konulması gerekir.
1-Emek hareketinin yeniden yapılanması
2-Kamu Çalışanları Hareketinin (Eğitim Senin) yeniden yapılanması
Temel hizmetlerin piyasalaştırılması, başta emek gücü olmak üzere hizmet üretiminin tüm unsurlarının da piyasalaştırılmasını beraberinde getirmektedir. Hizmet emeğin tam rekabet koşullarına sürüklenebilmesi için üretim sürecinin “esnekleştirilmesi”ne gidilmekte, taşoran ve fason üretimin yaygınlaştırılmasının yanında, özel sözleşmeli istihdam, parça başı çalıştırma, kayıt dışı istihdam gibi yöntemler hızla yayılmaktadır.
Bu iş ve çalıştırma biçimleri karşısında 657 sayılı kanuna tabii personelle sınırlı bir örgütlenme düzeneği,”kamu çalışanlarını” kapsayamamaktadır. Eğitim Sen ve diğer kamu çalışanları sendikaları yasanın empoze ettiği üyelik ilişkisiyle kendilerini sınırladıkları taktirde, iş veren devletin saldırı stratejisinin en önemli hamlelerinden biri karşısında silahsız hale düşmektedir. Kamu çalışanlarının tamamını örgütlenmesi kapsamına alamayan, bir kısım kamu çalışanını şu ya da bu “mazeretle” dışta bırakan bir sendikal yapılanmanın “üretimden gelen gücü” kullanamayacağı ortadadır. Bu durumda sendikal örgütlenmenin üye tabanının yasayla sınırlı olmayan fiili üyelik biçimleriyle genişletilmesi zorunlu hale gelmektedir.
Diğer yandan kamusal hizmetleri tasfiye etmek ve piyasalaştırmak için çıkarılan yasalar karşısında işçi-işveren ilişkileri alanıyla sınırlı bir mücadele düzleminin kamu çalışanları sendikalarını sürükleyeceği noktanın “üyelerin hak ve çıkarlarını koruma” alanı olacağı artık iyice belirgin bir hale gelmiştir. Eğitim Sen (esas olarak KESK) bu büyük saldırının karşısına “üyelerin hak ve çıkarlarını” toplumun genel çıkarlarıyla bütünleştiren bir ilerici halk hareketi halinde çıkamadığı taktirde, yıllar önce Türk İş’in yapmış olduğu gibi kendi ölüm fermanlarını da imzalamış olacaklardır.
Böylesi bir “toplumsal hareket”in geliştirilebilmesi için Eğitim Sen(ve KESK), temelini genişletecek bir kitle mücadelesi perspektifiyle davranmalıdır. Burada kastettiğimiz “kitle” Eğitim Sen’in(dolayısıyla KESK’in) bugünkü verili üye kitlesinin ötesindeki insanlardır. Bu yaşamlarını, vahşi kapitalizmin emek pazarında birbiriyle rekabet ederek sürdürmeye zorlanan bütün emekçi toplumsal kesim ve grupları içine alan bir kitlesel hareket temelidir. Bu kitle bu günkü “işçileştirme ve yeniden işçileştirme süreci” nin hedefindeki kitle ve güvencesiz çalışma rekabet koşullarıdır. Kamu hizmetlerinin tasfiye edilmesi ve piyasalaştırılmasının en temel unsurlarından birisi, hizmet üretiminin bu rekabetçi emek pazarına açılmasıdır. Dolayısıyla rekabetçi emek pazarı ortadan kaldırılmadan Kamu Çalışanlarının örgütlü gücü işveren devlet karşısında kalıcı bir güç dengesi oluşturamayacaktır. Kamu çalışanları üzerindeki “serbest emek pazarı” baskısını durdurmak için mücadelenin bir yüzünde, “memur-olmayan” kamu çalışanlarının örgütlenmesi ve tüm çalışanlarının eşit çalışma koşullarında hizmet vermesi için mücadele; diğer yüzünde ise, bizzat serbest emek pazarını yaratan koşulların ortadan kaldırılması için mücadele bulunmaktadır.
Yani Eğitim Sen (ve KESK) köklerini aldığı “fiili-meşru-militan-kitlesel-demokratik” sendikal hareket biçimlerine geri dönmeli ve buradan hareketle Kamu Çalışanları Hareketini İşçi Sınıfı Hareketinin bugünkü oluşum sürecinin bir parçası ve öncü-kurucu inisiyatiflerinden biri haline getirmelidir. Böylesi bir Eğitim Sen’in (KESK’in) mücadele programı, memurlar için “grevli-toplu sözleşmeli sendikal hak”la sınırlanamaz. Yaratılması gereken, tüm ücretli çalışanlar için eşit ve özgür sendikalaşma, toplu pazarlık ve sözleşme hakkını, yani “Ortak çalışanlar yasası ve ortak çalışanlar örgütü”nü; temel hizmetlerin, bütün halk için ve çalışanların doğrudan denetimine tabii kamusal kanalların sunulmasını talep eden bir halk hareketidir.
Sendikamız, ortak mücadele-ortak örgütlenme perspektifi ile öncelikle iş yerlerinden başlayıp, okullardaki öğrenci ve veli örgütlenmeleri aracılığı ile mahalle ya da bölgedeki bütün yoksul ve emekçilerden oluşan bir örgütlenmeyi esas almalıdır. Bu doğrultuda, nasıl bir sendika, nasıl bir örgütlenme ve nasıl bir mücadele sorularına ilişkin olarak yanıtlarımızı şu başlıklar altında toplayabiliriz:
1)Toplumsal Hareket Sendikacılığı
Emperyalizmin yeni yıkım uygulamaları ile ortaya çıkan üretimdeki parçalanma, mülksüzleşme ve yoksullaşmaya bağlı olarak, 1980’lerin başlarında yükselişe geçen yeni sendikal yapılanmalar öne çıkmaya başlamıştır. Toplumsal hareket formundaki bu sendikal yapılar, esasında emperyalizmin üretime dönük yeniden yapılandırma programı çerçevesinde oluşturduğu yeni işbölümlerine bağlı olarak ortaya çıkan mülksüzleşme, yoksullaşma ve yeniden işçileştirmenin sonucunda gelişen yeni kuşak işçi hareketleridir. Toplumsal muhalefet biçiminde olan bu yeni sendikal hareketler, Latin Amerika’dan uzak doğu Asya’ya, oradan da Afrika’ya kadar olan büyük bir coğrafyayı kapsamaktadır. Bu yeni kuşak işçi hareketleri, aslında ortaya çıktıkları ülkelerdeki emekçi sınıfların maruz bırakıldıkları yeni çalışma koşullarına (yeniden işçileştirmeye), ve bu yeni çalışma koşullarını güvence altına alan (başta özelleştirmeler olmak üzere) topyekün saldırı biçimlerine karşı militan, genç işçiler kuşağının önderliği altında gelişen proletarya hareketleridir.
Sendikal mücadeleyi, iş kolu düzeyinden çıkararak bölgedeki tüm emek güçleriyle ortaklaştırmayı hedefleyen bir sendikal örgütlenme ve mücadele anlayışını hedeflemek, bu konuda etkin çaba göstermek gerekir. Böylelikle temel bir insan hakkı olan eğitimin paralı hale getirilmesine karşı topyekün bir mücadele de eğitimden yararlanan emekçi halkı da sendikal sürece katılması sağlanacak. Bölgesel ya da havza örgütlemesi dediğimiz bu anlayış başta eğitim ve sağlık gibi temel insan hakkı olan bu taleplerin elde edilmesi ve korunmasının yanı sıra diğer güncel taleplerin de kazanılması doğrultusunda mücadeleyi zorunlu kılmaktadır. Toplumsal hareket biçimindeki bu sendikal anlayış sermayenin topyekûn saldırısına karşı emeğin topyekûn direnişinin kendisidir.
Bu
çizilen çerçevede yeni sendikal hareket, emekçi sınıfın bileşenleri arasındaki eşitsizlikten yararlanarak bu kesimler arasında oluşturulmuş yapay ayırımların varlığına bakmaksızın, birlikte örgütlenmeyi esas almaktadır. Aksi halde sınıfın bu bölünmüşlüğü onun gücünü azaltmakta, sömürü düzeninin daha katmerli bir şekilde devamına neden olmaktadır. Bugün ülkemizdeki mevcut sendikal yapılar, emperyalist yeni üretim sürecinin emekçileri yapay olarak bölmesini algılayamayarak statü farklarına göre örgütlemeye yönelmesi, milyonlarca emekçinin örgütlülüğün dışında kalmasına neden olmaktadır. Bu da sendikaları etkisiz kılmaktadır. Öte yandan emperyalizmin uyguladığı yeni üretim süreçleri ve yeni iş bölümleriyle ortaya çıkan iş kollarının fazlalığı da, bu bölünmüşlüğü arttırıcı etki yaratmaktadır.
Böylece ülkemizdeki mevcut sendikal yapılanmaların, yeni bir anlayışla kendilerini yeniden inşa edecek bir sürece girmeleri bir zorunluluk haline gelmiştir. Örgütlü olmayan milyonlarca çalışan ve çalışma ihtiyacında olan emekçiye sırtını dönerek sadece kendi kesimsel çıkarlarını korumaya dönük örgütlenmelerin başarı şansı yoktur. Yeni Sendikal Hareket bu bilinç ve sorumlulukla emekçilerin (işçi, işsiz, ev kadını, kent ve kır yoksulları, formel ve informel olarak çalışanlar vb.) tamamının hak ve çıkarlarını koruyan, geliştiren ve bunu sınıfın bütününe yaymayı amaçlayan bir anlayışla hareket etmektedir. Bu nedenle yeni sendikal hareket, işsizlik, yoksulluk, sigortasız çalışma, ücret kaybı, kötü çalışma koşulları ve iş güvencesi gibi temel sorunlar üzerinden hareket ederek, sermayenin egemenliğini ortadan kaldıracak olan emekçilerin birleşik, ortak mücadelesine yönelmek zorundadır.
2)Fiili Mücadele Hattı
Eğitim emekçileri sendikalarını yeniden inşa etmelidir. Mücadeleyi yasallık-yasa dışılık ikileminden çıkararak, fiili-meşru ve militan bir çizgide toplumun bütün emekçi kesimleriyle birlikte sürdürmelidir. Bugün meşruiyetin yasalardan değil, mücadelenin kendi sürecinde oluşturduğu haklılık ve toplumun diğer emekçi kesimlerinin desteğinde olduğu bilinciyle hareket edilmelidir.
Sendikal hareketimizde çoktandır terk edilen ve kamu çalışanlarının ilk döneminin mücadelesinde eksen olan fiili, meşru, militan mücadele çizgisi yeniden canlandırılmalıdır. Hak verilmez alınır şiarıyla kazanımların yolunun sokakta, mücadele alanlarında elde edileceğinin ifadesi olan bu anlayış için kamu çalışanları hareketinin ilk dönemi referans alınmalıdır. Fiili mücadele, fiili toplu sözleşme geleneği doğrultusunda ele alınarak toplusözleşme ve grev hakkı dahil, hakların sokakta yani mücadele alanlarında kazanılacağı perspektifiyle hareket edilmelidir. Mevcut sendika yasasına uyum değil, bu yasayla hapsedilmeye çalışılan düzlemi parçalayan ve aşan bir uyumsuzluk süreci örgütlendirilmelidir. Yasanın değil meşruluğun esas alındığı ve bunun fiili mücadeleyi zorunlu kıldığı süreç, sendikal hareketin temel yaklaşımı olmalıdır. Fiili ve meşru hattın hayattaki karşılığı da zaten budur.
3)Ortak Örgütlenme Ve Ortak Mücadele
Piyasalaştırma konusunda sermaye yöntemleri, Türkiye uygulamaları eğitim hizmetlerinin hızla piyasalaştırma koşullarına tabi tutulduğu, genel olarak kamusal hizmetler alanının “kar” merkezli liberal yaklaşımlarla yeniden düzenlendiğini bilinmektedir. Neo-liberalizmin sermayenin yeni birikim rejimi modeline uygun bir biçimde çoklu hareket tarzı ve birden fazla model kullanarak sürdüre geldiği piyasalaştırma hareketlerinin emek süreci içindeki tüm örgütlenmeler açısından yeniden değerlendirme konusu yapılmasını gerekli kılmaktadır. Bu değerlendirme basit bir durumu “algılamak” düzeyinde olmamalıdır.
Yeni çalışma rejiminin ana unsuru olarak belirginleşen esnekleştirme, taşeronlaştırma, piyasalaştırma gibi neoliberal saldırılara karşı emek güçlerinin dünden farklı olarak yeni savunma araçlarını ve var olanları ise yeniden gözden geçirerek yenilemeyi bir zorunluluk haline getirmiştir.
Sendikal hareketin emek sürecinde hızla devam eden bu süreci algılama kapasitesi giderek sınırlanmıştır. Bu sınırlı algılayış statüyü koruma, 657 sayılı yasanın “kısmi güvence” tanıyan ve 4688 sayılı yasayla örgütlenme sınırlılıklarının kabulüne doğru genişleyen bir yaklaşım kabul görmektedir. Örgütlü olan kesimin “hak” larının korunması üzerine kurulmuş olan bu yaklaşım değişen durum nedeniyle sendikaları giderek zayıflayan ve zayıflatan bir etkinlik alanına dönüştürmeye başladı. Yasal her yeni düzenleme bir tepki ile karşılansa da bu tepki düzenlemeleri engelleyen, değişen durumdaki örgütlenme ihtiyacını karşılayan bir karakter göstermemektedir.
Bu durum, her geçen gün daha da sorunlu hale gelen eğitim alanında ne örgütlü eğitim emekçisini, ne de örgütsüz eğitim emekçilerinin taleplerini karşılayabiliyor. Sermaye yönelimlerine uygun gelişen bu durum karşısında sendikal hareketin bilinçli ve yeniden bir dönüşümü için adım atmak gerekmektedir. Bu adımların sendikal anlayıştan örgütlenme modeline değinen uzanan yelpazesi tüm bunların karşısında diri bir emek gücünün kolektif oluşumuna hizmet etmelidir. Sendikal hareket ezber düzeyine indirgediği örgütlenme sorununu işkolunu bir bütün sorun alanı olarak tarif eden ve bu sorun alanının tüm unsurlarını kapsayan ortak bir örgütlenme ve mücadele perspektifi ile aşabilir. Bu açıdan program kurultayının başlıkları etrafında şekillenen tartışmalar, yeni dönemin ihtiyaçlarını karşılar bir biçimde yeniden örgütlenebilmenin yollarını açmalıdır.
Bugün Eğitim Sen sorunlarını iş kolunu aşarak ulusal ve uluslar arası düzeyde çözüm önerilerini oluşturmayı hedeflemelidir.Eğitim emekçilerinin sorunları toplumun diğer emekçi unsurlarıyla aynılaşmış, neo liberal saldırılar altında önceden kazanılmış en temel haklar olan eğitim, sağlık, iş güvencesi, örgütlenme, grev, toplu sözleşme gibi hakları bugün kaybetmiş olan işçi sınıfıyla ortaklaşmıştır.. Bu nedenle Eğitim Sen iş kolu örgütlenmesini aşan bir yerden örgütlenmeyi ele almalıdır. Kamuda çalışan işçi, memur taşeron farklılığını aşmak için yatay ilişkiler geliştirecek yeni örgütsel formlar geliştirilmelidir. Kolay olmayan bu süreçte öncelikle konfederasyon iş kollarının bazıları birleştirilmekle işe başlanmalıdır. Eğitim Sen de iş yeri örgütlenmesini yeniden ele alarak tarif etmelidir. Bu ise örgütlenme ve mücadele de 4688sayılı Kamu İş Görenleri Sendikaları Yasası ve 2821 sayılı İş Yasasını aşmayı gerekli kılmaktadır.
Örgütlenme Eğitim Senin temel sorunlarından birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Örgütümüzün kuruluşundan bu yana örgütlenme modeli (iş yeri örgütlülüğünün yaratılması ve hayata geçirilmesi vb.) üzerine sorun tespiti yapma ile geçmiştir. Ancak buna dönük somut adımların atılmamıştır. Oysa sendikal alandaki mücadele kalıcı ve sürekli olarak yerleşmesinin yolu örgütlenme modelini iş yeri eksenli oluşturmaktan geçmektedir. Bu örgütlenme her türlü yabancılaşma ve yozlaşmanın önüne geçen, iç denetim mekanizmalarını demokratikleştirip işlevlendiren bir niteliğe sahip olmalıdır. Sendikal demokrasinin güvencesi olan bu örgütlenme modeli aynı zamanda sık sık söylenen ancak bir türlü örgütün tamamını katma bağlamında “üretimden gelen gücün kullanılması” sözden eyleme geçirilememiştir.
Eğitim Sen örgütlenme modeli gözden geçirilerek yenilendiği değil mücadele zeminlerinin de yeniden tanımlandığı bir perspektifle
ele alınmalıdır. Bu örgütlenme modelinde yönetim kurullarının karar organı olmaktan çıkarılıp birer yürütmeye dönüştürülmeli ve bunun tüzüksel niteliğe büründürülmelidir. Yeni örgütlenme modelinde zorunlu organlara karar organları olarak iş yeri meclisi(işyeri komite-konsey, işyeri örgütü vs.), şube meclisi( şube temsilciler kurulu ve genel temsilciler kurulu eklenmelidir. Ayrıca sendikal örgütlenmeyi bölgelerde daha etkin ve güçlü kılabilmek için yerel ve yatay örgütlenmeler yaratılmalı var olanlar yeniden yapılandırılmalıdır. İl meclisleri gibi yerel ve yatay örgütlenmeler olmalıdır. Bu bir zorunluluk haline gelmiştir. Bu bağlamda yeni örgütlemenin oluşturulabilmesi için temel argümanları yeniden gözden geçirmek ve tanımlamak gerekmektedir.
i)İşyeri
Geleneksel sendikal hareketin eğitim hizmetleri işkolu için kabul ettiği işyeri tanımı hizmetin verildiği “okul” ile sınırlandırılmıştır. İşyerini “okul” olarak kabul ettiğinizde bunun sonucu okul binası içinde hizmet üretenlerle sınırlı bir üyelik tartışması beraberinde gelmektedir. Oysa “işyeri” kavramının eğitim hizmetlerinin her aşamasını kapsayabilecek bir yeniden tanımlanmaya ihtiyacı olduğu açıktır. Bu toplumsal yaşam için “eğitim” kavramını nasıl konumlandıracağımız ile de ilgili olacaktır. İnsan hayatının bütünü üzerinden temel bir hak olarak kavrandığında eğitim hizmetlerinin süreci “eğitim alma yaşı” ile sınırlanmayan bir içerikle donatılmalıdır. Yani temel bir insan hakkı olan eğitim yaşam boyu erişilebilir, kullanılabilir olmalıdır. Eğitim toplumların gelişmeleri, insanca bir yaşam için gerekli bilgi ile donatılmalarının en önemli ve birincil kaldıracıdır. Bu hakkın kullandırılma biçimlerinin çeşitli disiplinler aracılığıyla gerçekleştiği düşünülürse bu disiplinlerin dayandığı esaslar elbette ki ideolojik yaklaşımları da anlatacaktır. Buna bağlı olarak öğrenci ve öğretmen ikilisi ve bunları bir arada tutan “okul” binaları işyeri tanımlanması açısından yeterli olmamaktadır.
Sermayenin eğitim hizmetleri alanının bütününü “kâr” alanı olarak tarif ettiği ve buna bağlı olarak bir “meta” haline getirdiği ekonomik siyasetler karşısında emekçilerin bu durumu algılayan ve bu duruma uygun yeni örgütlenme çabalarına girişmesi kaçınılmaz noktaya gelmiş bulunmaktadır. Bütün bu olanlara bağlı olarak eğitim sürecinin bütünlüklü algılanabileceği bir işyeri tanımı yeniden yapılması bir zorunluluk haline gelmiştir.
Bu nedenle aile-öğrenci-öğretmen-yardımcı hizmetler kategorilerini bütünleyen bir yaklaşım bu tarifin ana eksenleri olmalıdır. Yani eğitim hakkının kullanıldığı alan-çevre-hizmeti etkileyen diğer unsurlar bu tarifin içinde olmalıdır. İşyeri tanımının içinde olması gereken ana bileşenler şunlardır;
Aile: Eğitilecek bireyin ilk yaşam birimi olan aileyi bu hizmet üretiminin önemli bir parçası olarak tarif etmeli ve ailenin temsili de “veli” olarak adlandırılmalıdır.
Öğrenci: Eğitim hizmetinin üretilmesi sürecinin ayrılmaz bir parçası ve etkileyeni olarak işyeri biriminin bir parçası olarak tarif edilmelidir.
Öğretmen: Eğitim hizmetinin üreten en önemli ayak ve örgütlenmenin ana unsuru olarak tarif edilmelidir.
Yardımcı Hizmetler: Eğitim hizmetinin tam ve sürekli üretilmesini sağlayan emekçiler (taşoran çalışanlar, idari personel, servis araçları çalışanları vs.)olarak tarif edilmelidir.
Tanımlanan bu kategorilerin bütünün yaşam alanı eğitim hizmetleri için “işyeri tanımının” en genel çerçevesini oluşturmalıdır. Bu nedenle eğitim hizmeti üretiminin bu üretimin biçiminin ve içeriğinin belirlenmesi süreci bu tanımlama çerçevesinde ele alınmalıdır. Bu tanımlama biçimi hizmet üretiminin tüm aşamalarını içine katan ve örgütleyen bir anlayışı zorunlu kılmaktadır.
Doğal olarak bu tanımlama okul binasının dışına taşan ve “çevre” ile bütünleşen onu etkileyen ve etkilenen bir alan tarifidir. Eğitim sürecini etkileyen yaşam alanlarını içine katan bu tanımlama eğitimin toplumsal ve sosyal etkileyenlerini sürekli bir değiştirme-dönüştürme ilişkisine sokacaktır. Bu tanımlama eğitimi “özel” kılınan bilgi üretme-bilgi satma-bilgi satın alma kıskacından çıkaracak ve eğitimin bir hak olduğu konusunu toplumsallaştırmada önemli bir adım olacaktır.
Yukarda ki işyeri tarifine bağlı olarak sendikal sürece katılım, üyelik kategorik olarak farklı işlevlerdeki bu unsurlardan oluşmalıdır. Örgütlü bir eğitim hizmetleri alanını yukarıdaki biçimde algılama, beraberinde bu unsurların tümünün katılımını üyelik olarak adlandırdığımız bir sistem oluşturmamızı zorunlu kılacaktır. Yani veli, öğrenci, öğretmen ve yardımcı hizmetler işlevleriyle donatılmış bireyler işyerini oluşturuyorsa bunların tümü üyelik sıfatı ile örgütlenmeye dâhil olmuş sayılır.
4)Örgütlenme Modeli
İçinde yaşadığımız sürecin gerekliliklerine yanıt verebilecek bir örgütlenme modelinde örgütsel süreklilik ve canlılık, demokratik katılım ve fiili meşru militan mücadele öngörülmelidir. Bu örgütlenme modelinde karar alma süreçleri demokratik katılım mekanizmaları oluşturarak en geniş biçimde gerçekleştirilmeli, yönetim kurulları (genel merkez, şube il-ilçe temsilciliği) birer yürütme organı olarak ele alınmalıdır. Böylesi bir örgütlenme çerçevesi için ön görülen örgütlenme ağı genel hatları ile şöyle ifade edilebilir:
i)İşyeri komite-konseyleri( İşyeri Meclisleri, işyeri kurulları ): İşyeri örgütlenmesi bütün yerel, bölgesel ve merkezi yönetimlerin temelini oluşturur. İşyeri yukarıda tanımlanan unsurlardan oluşur. İşyeri meclisi çalışanlar, öğrenci velileri ve öğrencilerden oluşur. Her işyeri kendi birimi ile ilgili kararlarını alır ve uygular.
ii)Şube işyeri temsilciler kurulu (Şube Meclisi): Bu kurul işyerlerinden gelen temsilciler, şube yürütme kurulu üyeleri, şube denetleme-disiplin kurulu üyelerinden oluşur. Bu meclis şube ile ilgili her türlü eylem, etkinlik kararı alır. Buradan çıkacak kararları şube yürütme kurulu uygular.
iii)Genel Merkez Temsilciler Kurulu: Genel Merkez Temsilciler Kurulu sendikanın genel kurul dışında en yetkili merkezi karar organıdır. Genel çalışma programını, sendikanın bütünü ilgilendiren kararları alır. Genel temsilciler kurulu şube temsilciler kurulunun seçerek gönderdiği iş yeri temsilcileri, şube yürütmelerinden oluşur.
iv)Genel Merkez Genel Kurulu: Merkez Genel Kurulu, sendikanın en yetkili karar organıdır.
v)İl Meclisleri: Bir yatay örgütlenme düzlemi olarak illerde il meclisleri olmalıdır. Bu meclisler şube işyeri temsilcileri ve şube yürütme kurullarından oluşur. Her şubenin genel temsilciler kurulu için seçtiği temsilciler il meclislerinde kendi şubelerini temsil ederler. İl meclisleri il düzeyinde sendikal politikalarla ilgili kararlar alır, eylemlilikler örgütler.
Bu il meclisi kentin tüm işyeri birimlerinden gelen ve üyelik sıfatıyla örgütün içinde yer alan tüm unsurları kapsamalıdır.
İl meclisleri sadece kamu emekçileri sendikaları olarak değil, o yereldeki ya da ildeki tüm sendika, dernek, oda vb örgütlenmeleri ile ilişki biçimlerini de kurumsallaştırmalıdır. Sermayenin bütünlüklü saldırısına karşı bütün emekçileri kapsayacak bir örgütlenme ve mücadele tarzı öngörülmelidir. Dahası en genel adıyla, yoksulların ortak mücadele ve ortak örgütlenme zeminlerinin yaratılması hedeflenmelidir.
5) Yeniden İnşaa Döneminde Demokra
tik Öğretmen Örgütlenmesi
Kamu emekçilerinin mücadele tarihine baktığımızda demokratik öğretmen hareketi sürecin ana karakterini belirlemiştir. Geçmişten bu yana öğretmen hareketi, daima ülkenin her karesindeki varlığıyla sol muhalefetin bel kemiğini oluşturmuştur. Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar bir kılcal damar gibi yayılan öğretmenler, oldukça geniş kitleleri etkileme potansiyelleriyle Anadolu’nun bağrında aynı zamanda bir aydınlanma hareketinin de temel unsurlarından birisidir.
Bugün de öğretmenler, yukarda belirtilen nedenlerle Toplumsal Hareket Sendikacılığı açısından son derece önemli bir konuma sahiptir. İşkoluyla sınırlı bir sendikacılık yerine, tüm emekçileri ve yoksulları ortak bir mücadele zemininde buluşturup, ortak örgütlenmeyi esas alan THS için; bütün ülke sathında ve yoksul kitlelerle doğrudan ve etkileyici bir ilişki içinde bulunan öğretmenler, taşranın ve yoksulların yerel aydınları olarak dinamik bir pozisyona sahiptir.
Öğretmen hareketinin bütün ülke genelinde her yerleşim bölgesinde yer alması, hareketin birden fazla örgütlenme ve mücadele biçimlerini hayata geçirmesini gerekli kılmaktadır. Bu nedenle, tabanın demokratik bir şekilde, aşağıdan yukarı katılımını sağlayacak olan mahalle ve bölge eksenli komite-konsey örgütlenmelerini, daha zengin ve farklı bir çalışma içinde yeniden oluşturmayı hedefleyecek bir tarz benimsenmelidir. Bu doğrultuda örgütlenme alanlarını şöyle tasnif edebiliriz:
l)Büyük iller: Bu birimleri merkezi semtler, ve yoksul mahalleler olarak ayırmak gerekir. Sendikal örgütlenme ve çalışmalar bu sınıflamaya göre ele alınmalıdır. Daha çok orta sınıfların çocuklarının okuduğu merkezi semt okullarındaki çalışma tarzı, solun şimdiye kadar yürüttüğü (mesleki, özlük ve demokratik sorunlarını temel alırken, öğrenci ve velilerle aydınlatıcı bir ilişkinin canlı tutulmasını sürekli besleyen) genel tarzla daha çok benzerlikler taşıyabilecektir.
Yoksul mahallelerde (ve meslek liselerinde), kent yoksullarıyla birlikte örgütlenilen bir model öngörülmelidir. Öğretmenler mahalle örgütlenmelerinin içinde yer almalıdır. Bu şekilde eğitimin sorunları tüm mahalleli ile birlikte ele alınırken, mahallenin sorunları da eğitimcilerle birlikte ele alınmalıdır. Önümüzdeki dönemde, yoksul mahallelerdeki öğretmenlerin bu temelde yürütecekleri çalışmaların eğitimciler hareketinin yeniden inşasında motor rol oynayacağı bilince çıkarılmalıdır.
ll)Taşra: Burada uygulama alanını taşra illeri (ve büyük ilçe merkezleri) ile kırsal yöreler, köyler olarak ikiye ayırmak gerekir. Buralarda örgütlenmeler yerel özellikleri de göz önüne alarak oluşturulmalıdır. İller (ilçe merkezleri) de sendikal örgütlenme çalışmaları kentin özelliklerine de bağlı olarak ekonomik, mesleki sorunların yanı sıra yoksullaşmaya karşı olmayı da içeren bir söylem ve program geliştirilerek bu doğrultuda tüm il ve ilçenin dinamik güçleriyle birlikte yürütülmelidir.
Kırlarda, kır yoksullarının sorunlarıyla genel mücadelenin bağını kuran bir perspektifle örgütlenme çalışmaları sürdürülmelidir. Tarımda uygulanan yıkım politikalarıyla, mülksüzleşen kır yoksullarının yeni tarzdaki sendikal mücadeleye katılmasında öğretmenlerin payı büyük olacaktır. O nedenle, kırsal bölgelerdeki öğretmen örgütlenmesi kendi sorun alanını köylülerin sorunlarıyla doğrudan iç içe tanımlayan bir örgütlenmeyi hedeflemelidir.
lll)Farklı uluslardan eğitim emekçilerinin örgütlendirilmesi: Ülkemizde birden çok ulusal topluluk yaşamaktadır. Bu toplulukların gerek emperyalizmin neoliberal politikaları sonucundaki mülksüzleşme ve yoksullaşmaya bağlı olarak ortaya çıkan sorunlarının çözümü, gerekse de kendi ulusal kimliklerinden kaynaklı talepler ve bunların çözümlerinin sınıf eksenli olarak, ortak örgütlenme, ortak mücadele ile mümkündür. Dünyadaki yeni sendikal hareketlerde farklı uluslardan emekçiler kendi ulusal kimlikleri ve ulusal talepleriyle emek hareketinin bütünlüğü içinde eşit bir yer tutmaktadırlar. Bu özelliği ile yeni emek hareketleri sınıf hareketleriyle-ulusal taleplerin kaynaşmasında yeni bir dönemeç oluşturmaktadır. Özellikle ülkemizde on beş yıldır süren savaşa bağlı olarak büyük kentlere, metropollere göç etmek zorunda kalan Kürt emekçi mahallelerinde ve Kürt illerinde özel bir program geliştirilip bu doğrultuda örgütlenme ve mücadele biçimleri ele alınmalıdır.
lV)Kadın eğitim emekçilerinin örgütlendirilmesi
Eğitim emekçilerinin oldukça büyük bir kitlesi kadın olmakla birlikte gerek sendikal yaşamlarında, gerekse de mücadele süreçlerinde pozisyon itibariyle geri bir noktadadırlar. Sendikal sürecimiz yeniden inşa edilirken, kadın emekçilerin örgütlenmesi ve mücadeleye katılımı özel bir yer tutmalıdır. Mülksüzleştirme ve yoksullaştırma sürecinin olumsuz etkilerini gerek evde gerekse de işyerinde en ağır biçimde kadınlar yaşamaktadır. Son dönemlerde de görüldüğü üzere, aslında bu süreç kadınlarda güçlü bir dinamizm birikimine yol açmaktadır. Dünyadaki yeni emek hareketleri içinde de kadınlar giderek daha aktif rol almaktadır. Bu gelişmeler, kadın hareketinin talepleriyle emek hareketi arasında yeni ilişki olanakları yaratmaktadır. Eğitim emekçilerinin önümüzdeki dönemde mücadele ve örgütlenmesi de bu konuda yaratıcı deneyimlere açık olarak ele alınmalıdır. Ayrıca kadının toplumsal rolünün her aşamada sorgulanması, sorgulatılması, çalışma yaşamlarında örgütlenmelerinin sağlanması gereklidir. Sendikal yaşamda kadınların yönetimlerde yer almalarını sağlayacak düzenlemeler yapılmalı, bunlar hayata geçirilerek sistemleştirilmelidir.
6) Eğitim Sen’in Üniversite Örgütlenmesi
Üniversiteler, toplumun bilimsel alanda örgütlenmiş kolektif kurumlarıdır. Yeni dönemde eğitim ve bilim emekçileri hareketi, üniversitelerin içinde bulunduğu koşulları göz önünde bulundurarak, buraları döneme uygun bir örgütlenme biçimi ile ele almalıdır. Üniversitelerin toplumun ortak malı olduğu ve buralarda üretilecek bilimin toplumsallaştırılması genel kabulüyle hareket edilmelidir. Günümüzde sermaye, bilimin alınıp satılabilir bir meta olarak algılamasını sağlamaktadır. Bu nedenle buralarda yer alan bilim insanlarını ve ürettiklerini alınıp-satılır meta olarak görmektedir.
Üniversitede çalışan eğitim emekçilerinin büyük bir kısmı ise (idari personel, teknisyen, hizmetli vb.) diğer kamu emekçilerinin yaşadığı sorunları yaşamakla birlikte, iş yerlerinde üretim sürecinin ana unsuru sayılmamaktadırlar. Üniversitenin asli unsuru görülmeyen bu eğitim emekçileri, karar alma süreçlerine hemen hiç katılamamakta, söz sahibi olamamaktadırlar. Yine üniversitelerde eğitim emekçileri ile bilim emekçileri arasında gerek sistemin dayatması, gerekse de bazı bilim emekçilerinin sistemin bu parçalama anlayışına uygun davranışlara girmesiyle, buralarda çalışan her iki emekçi kesim arasında bir parçalanmışlığa neden olmaktadır. Bu durum sendikal hareketin yeniden inşa döneminde ortak örgütlenme ve ortak mücadele zeminlerinin yaratılması ile çözümlenecek acil sorunlardan biridir.
Üniversitelerde eğitimin içeriği toplumun değil sermayenin ihtiyaçlarına göre biçimlendirilirken, öğrenciler de birer müşteri olarak görülüp ağır maddi külfet altına sokulmakta, parası olan okumakta, olmayan okula devam edememektedir. O nedenle buralardaki eğitim emekçilerinin sorunları da sadece ücret, çalışma koşulları vb. ile sınırlandırılmamalıdır. Bilimin metalaşmasının ve üniversitelerin ticarethaneye çevri
lmesinin yarattığı her türlü sorun emekçilerini de etkilemektedir. Bugünkü üniversitelerin örgütlenme ve mücadelelerinin yeniden inşasında, buralardaki eğitim ve bilim emekçileri ile öğrencilerin örgütlenmelerinin ortaklığı sağlanarak, bu örgütlenmenin toplumsal muhalefetle bağının doğru bir şekilde kurulması, buradaki mücadelenin genel emek mücadelesiyle iç içe geçirilmesi gereklidir. Üniversitelerde büyük sayılara ulaşan taşeron işçilere ve sözleşmeli personele el atılarak ortak örgütlenmeye yöneltilmesi özellikle kritik bir sorun olarak durmaktadır.
Üniversitelerin emperyalizmin neoliberal saldırılarından doğrudan etkilendiğini göz önünde bulundurarak, buralardaki örgütlenme ve mücadelenin, emeğin topyekûn direnişinin canlandırılmasının ve bir aydınlanma hareketinin oluşturulmasının en kritik ayaklarından birisi olarak ele alınması gereklidir. Yeniden inşa döneminde üniversitelerde buna uygun bir mücadele ve örgütlenme modeli oluşturulmalıdır.
i)Eğitim Fakülteleri Öğrencilerinin Örgütlendirilmesi
Eğitim fakültesi öğrencileri gelecekteki üyeler olarak değerlendirilmeli ve sendika içindeki faaliyetlere katacak kanallar yaratılmalıdır. Öğrencilerin kendi alanlarıyla ilgili konularda karar alma süreçlerine katılımları sağlanmalıdır.
Öğrencilerin sendikadan, sendikanın da öğrencilerden beklentileri vardır. Öğrencilerle yapılacak çalışmalarda karşılıklı beklentilerin asgari noktalarda ortaklaştırılması gerekmektedir. Beklentilerin karşılıklı olarak açıkça ortaya konmasının ilk aşamada önemli olduğu kabul edilmelidir. Bu bağlamda öncelikle yapılması gerekenler şu şekilde ele almak gerekir:
1) Eğitim Sen, öğrencilere yönelik çalışmalarında sadece Eğitim fakülteleriyle sınırlı kalmamalı, Fen-Edebiyat fakülteleri öğrencilerini de çalışmalarının kapsamına almalı.
2) Eğitim Sen, bu öğrencilerin ekonomik-demokratik ve mesleki hakların bilinmesinde, bu hakların korunması ve geliştirilmesine dönük çalışmalar yapmalı.
3) Eğitim Sen’i tanıtıcı ve temsil ettiği sendikal ilkelerin öğrencilere aktarılması.
4) Eğitim Sen, Eğitim fakültesi öğrencileri ile istihdam, öğretmen yetiştirme politikaları gibi konularda ortak çalışmalar yapmalı.
5) Eğitim Sen, öğrencilerin sorunlarına (atama, sözleşmeli öğretmen vb.) hukuksal yardım ve danışmanlık yapmalı.
6) Eğitim Sen, öğrencilerin barınma sorununa çözümler üretmeli.
7) Eğitim Sen, öğrenci etkinliklerine ve eylemliliklerine katılım ve destek sağlamalı.
8) Sendika Akademisi kurulmalı. ( Dizi seminerler ve katılımcı dersler biçiminde örgütlenmiş, sendika öğrencilerine, öğrencilere ve diğer ilgilenenlere açık, sendika merkezinin mekânını oluşturduğu, kullanılan materyalin ve sürecin çıktıların arşivlendiği ve yerel alanlara aktarıldığı bir eğitsel model.)
9) Söz-yetki-karar mekanizmalarında öğrencilerin yer alması sağlanmalı, bunun için fiili ve işlevsel olan mekanizmalar oluşturulmalı.
10) Öğrencilerin destek için eylemlere katılımı, eylemi terörize eden bir durum olarak değil tersine aynı alanın özneleri olduğu gerçeği üzerinden ele alınıp değerlendirilmeli ve sahip çıkılmalıdır.
7) Güvencesiz Çalıştırılan Eğitim Emekçilerinin Örgütlenmesi
Eğitim alanında öğretmenler; kısmi zamanlı geçici öğretici, sözleşmeli öğretmen, vekil öğretmen, usta öğretici gibi adlar altında çalıştırılıyor. Hizmetlilerin büyük bir bölümü sözleşmeli hale getirildi. Bir kısmı okul tarafından çalıştırılırken, bir kısmı da taşeron şirketler tarafından çalıştırılıyor. Neo-liberal politikalar çerçevesinde yapılan uygulamalar kadrolular aleyhine genişletiliyor. Nihai amaç tüm eğitim emekçilerinin güvencesizleştirilmesi, sözleşmeli hale getirilmesidir. Bu ortak soruna ortak cevap verilmelidir.
Eğitim-sen farklı statüde çalıştırılan eğitim emekçilerine kapılarını açmalıdır. Ortak örgütsel çatı altında mücadelenin verilmesi için fiili olarak üye yapılmalıdır. Sendika, farklı statüde çalıştırılan eğitim emekçilerinin karar alma süreçlerine katılımını ve organlarda temsil edilmelerini sağlamalıdır. Çalışmaların yapılmasında yasalar değil sınıfın ihtiyaçları ve meşruiyeti esas alınmalıdır.
Eğitim-sen “eşit işe eşit ücret” ilkesi temelinde “ayrımcılığın her türlü biçimine karşı” kadrolu istihdam talebini öne çıkararak mücadelesini yürütmelidir.
Eğitim-bilim iş kolunda sendikamız, sözleşmeli ve taşerondan çalışan, stajyer, dershane çalışanı, özel okul çalışanı tüm eğitim emekçilerine kapılarını açmalıdır. Emeklilerin sendika üyeliği sıfatı devam etmelidir. Ortak örgütlenme perspektifi, ortak iş yasası temelinde iş güvencesinin toplu sözleşme ve grev hakkının kazanılması için işçi sendikalarıyla birlikte mücadele verilmelidir.
Eğitim Sen, devlet okullarında çalışan (özel öğretim kurumlarında da) sözleşmeli eğitim-bilim emekçilerini de örgütlemelidir. Güvencesiz ( sözleşmeli ) çalıştırılan eğitim-bilim emekçilerinin her türlü ekonomik ve mesleki koşullarını (iş güvenliği ve diğer özlük hakları da dâhil olmak üzere) öncelikle devlet okullarındaki( devlet üniversiteleri de ) eğitim emekçilerinin statüsüne (iş güvenliği vb.) getirmeyi öncelikli ele almalıdır. Yine güvencesiz çalıştırılan eğitim-bilim emekçilerini tüm eğitim emekçileriyle birlikte haklarını koruyup geliştirerek, toplumsal muhalefetle bütünleştirerek, onun önemli bir dinamiği yapmayı hedeflemelidir. Bunun için Eğitim Sen’in, bir bütün olarak yeniden yapılanmaya ihtiyacı vardır.
8) Sendikal Demokrasi ve Katılımcılık
Sendikal bürokrasi ya da geleneksel sendikal modele dayalı örgütlenme anlayışı kitleleri sendikal örgütlenmeden uzak tutar. Ekonomik alanla sınırlandırılmış bir mücadeleyi esas alarak, ortak yaşam kültürü geliştirilmesine engel olur ve emekçi kitleyi demokrasi mücadelesinden ve de siyaset sorunlarından uzak tutar. Mücadele isteğini, sorumluluğunu ve duyarlılığı azaltır.
Böylesi bir sendikal anlayış mücadeleyi yönetici elitiyle sürdürülen mücadeleye indirger. Yönetimler üyelerin sorunlarına yabancılaşır, sendika ve üye arasındaki bağ zayıflar. Sermayenin ve onun işbirlikçisi iktidarların güdümüne girerek, uzlaşmacı bir yapıya doğru gerilemeye başlar.
Sendikaların katılım mekanizmalarının önünü açması örgütsel demokrasinin kurumsallaşması açısından önemlidir. Üyelerin karar alma süreçlerine katılımı sağlanarak örgütsel irade hayata geçirilmelidir. İş yeri örgütlenmesini temel alan model esas alınmalı, iş yerlerinde çalışan herkes karar alma süreçlerine katılmalıdır.
i)Temsil sistemi
Geleneksel sendikal hareketin öğretmen ve yardımcı hizmet üreticilerinden oluşan katılım mekanizması “işyeri” olarak adlandırılan okul içinde sınırlanmış ve üye sıfatıyla sendikaya bağlı bu unsurların aralarındaki seçimle belirledikleri temsilciler aracılığıyla temsil sorunu çözülmeye çalışılmıştır.
İşyeri tanımlamasını “okul” binasından çıkarıp eğitim hizmeti üretimi ve tüketiminin bütününü kapsayan genişlikte tarif ettiğinizde bu birimler içindeki ilişki mekanizması da değişmek zorundadır.
Bu en alt birim olarak kabul edilen “işyeri”nin tüm unsurlarıyla “meclis” mekanizması ile çalışması anlamına gelmelidir. Aynı zamanda örgütlenmenin en temel birimi olarak tanımlanan bu birimin yatay olarak genişleyen ve katılımı demokratik bir muhteva ile donatılmış bir hukuku da oluşmalı v
e güvence altına alınmalıdır. Bu temel birim katılan unsurların yaşam alanlarının tümüyle doğrudan ilişki içinde olan ve “yerel” özelliği gelişkin, doğrudan müdahale edebilir yetenekte ve mücadele içindeki fiili olanakların tümünü örgütlenme lehine kullanabilir yetki ile donatılmalıdır.
Temsiliyet, sorun alanının tüm unsurlarının eşit kılınacağı bir mekanizma ile çözülmelidir. Örgütün bütününü oluşturan dikey hiyerarşinin yaratacağı bürokratik disiplinin dezavantajları taban demokrasisinin genişlemesi ve bir hukuka dayandırılması ile çözüme kavuşturulabilir. Karar süreçlerinin merkezi bu demokrasiye dayandırılmalı ve temsiliyet kalıcı bir halden çıkarılmalıdır.
ii)Geri Çağırma İlkesi
Bu ilke emekçilerin doğrudan demokrasi modelinin en önemli unsurlarından biridir. Geri çağırma ilkesi kastlaşma ve yabancılaşmaya karşı bir sigortadır. Bunu şimdiye kadar sendikalardaki tüm grup, kişi çevre söylese de pratikte hiçbir karşılığı yaşanmamış, yaşatılmamıştır. Çalışanların dinamizmini, inisiyatifinin ve denetimini içeren geriye çağırma ilkesi için tüzüğümüzde tıpkı örgütlenme modelinde yapılması gerektiği gibi yeni düzenlemeler yapılmalı ve en önemlisi uygulanmalıdır.
Sendikalarda seçim sistemleri sendikal demokrasinin önemli araçlarından olmakla birlikte tek başına yeterli değildir. Seçim sistemi sendikal demokrasinin yukarda belirttiğimiz mekanizmaları var olduğu sürece ikincil bir tartışmadır. Eğer bir örgütte tabanın söz karar sahibi olması bütün sendikal süreçlerde yaşama geçirilmişse her türlü seçim sistemi anlamlı hale gelmiştir, tartışılabilir. Ama bu gerçekleştirilmemişse hangi seçim sistemi olursa olsun (en demokratik görünen doğrudan seçim sistemi bile olsa ki oda seçimleri bu şekilde yapılmakta ancak sendikal demokrasinin ne kadar olduğu da ortadadır)yararı olmayacaktır. Çünkü seçim sendikal demokrasinin araçlarından sadece birisidir.
Sendika yönetimlerinin tabanın kararları doğrultusunda hareket etmesi için, öncelikle buraları bir makam olmaktan çıkaran ve mücadelenin yoğunlaştığı noktalar haline getiren bir anlayışla ele almak gerekir. Yönetimlerin tabanın aldığı kararları uygulayan birer yürütme organı olması anlamına gelen bu örgütlenme basit tüzüksel bir düzenleme değil bir zihniyet değişimini de gerekli kılmaktadır.
9) Profesyonellik
Sendikacılık bugün bir meslek durumuna gelmiştir. Sendikal yürütme organlarına seçilenler işyerlerinde çalışmalarına devam etmelidir. Çünkü sendikal mücadele sadece yürütme organlarında görev alanların sorumluluğunda değil, tüm üyelerin sürece aktif katılımlarıyla oluşturdukları meclislerindedir. İşverenle (devletle) yapılacak her türlü görüşmenin iş örgütlenmelerinin görevlendirdiği bir komiteyle ortak yürütülür. Sendika yürütmesi ve görevlileri bu komitenin bulunmadığı durumlarda işveren ya da işveren temsilciyle görüşme yapmamalıdırlar. Sendikamız profesyonelliği; sadece işin profesyonelliği olarak gören, sendikacılığı da bir iş kapısı değil, mücadele aracı olarak algılayan bir bakışla ele almalıdır. Bu bağlamda her türlü bürokratikleşmeye neden olacak yapılanmalara (profesyonellik de dahil) izin vermemelidir.
10) Denetlemede Açıklık
Sendikada mali harcamalar gereksinmeler üzerinden yapılmalı; üyelerin mali süreçten haberdar olduğu şeffaf, izlenebilir ve denetlenebilir bir mali bütçe işleyişi oluşturulmalıdır. Genel merkez ve şube yönetimleri aylık bilançoları yayınlamalı ve bunlar işyeri temsilcileri ve üyelerin oluşturduğu komisyonlarca denetlenmelidir. Sendikalarda seçimle iş başına gelmiş olanlara yürüttükleri sendikal faaliyetler nedeniyle, bu faaliyetlerinin giderlerinin karşılanması dışında, harcırah, ikramiye, kıdem tazminatı gibi ödemeler yapılmamalıdır. Sendikal ve sınıfsal mücadeleleri nedeniyle işten çıkarılan yönetici ve üyelere işsiz kaldıkları sürece işyerlerinde alınan ortalama ücretleri geçmeyecek şekilde sendika tarafından ödeme yapılmalıdır.
11) Alternatif Eğitim Anlayışı
Sendikamız bir eğitim örgütü olarak kendi alternatif eğitim programını oluşturmalıdır. Bu program, salt bazı eğitim kurultaylarına sıkıştırılmayan, bu kurultaylarda tartışılıp oralarda kalmayan, uygulamalı alanların yaratıldığı, somut olarak gösterildiği biçimlerde olmalıdır. Eğitim programı, Eğitim-bilim yüksek kurulu gibi adından başka bir şeyi henüz görmediğimiz kuruluşlara havale edilip oturulmayacak kadar ciddiyetle yaklaşmamız gereken bir görevdir. Öyle ki bu görev sendikamızın en önemli var olma gerekçelerinden birini oluşturmaktadır. Sendikamız, diğer eğitimcilerin, öğrencilerin, velilerin ve halkın ilgili tüm kesimlerinin de katılımıyla alternatif eğitim ile ilgili daha kapsamlı, ciddi, bilimsel verilerle desteklenmiş uygulanabilir projeler geliştirmelidir.
12) Sendikal Eğitim
Sendika aynı zamanda bir okul olmalıdır. Üyelerine sendikal bilinci, emekçi kimliği doğrultusunda veren, onu yetiştirerek donanımlı kılan bir yaklaşım sunmalıdır. Bunu basit ve didaktik bir şekilde eğiten-eğitilen ilişkisi içinde paneller ve sempozyumlarla verip bunlarla yetinen değil, işyerlerinde, mahalle ve bölgelerde birlikte üretme ve mücadele temelinde ele alan bir yaklaşım içinde olmalıdır. Son bir kaç yıldır sürdürülen ve özellikle bu günlerde yoğunlaşan kamunun yeniden yapılandırılmasının uyum yasalarını sempozyumlar ve panellerle geçiştirilmesinin eğitim sayılamayacağı görülmelidir. Bu gündemlerin işyerlerine, mahalle ve bölgelere taşınarak buralarda tartışılıp ortak bir zeminde direniş hattı oluşturmanın önemi kavranmalı ve derhal gereği yapılmalıdır.
Bugün yeni sendikal hareket eğitim emekçilerinin biricik sendikası Eğitim Sen’in yeniden yapılandırılması gerekmektedir. Bunun için ise öncelikle sınıfın bütünsel örgütlenmesi ilkesine uygun yeniden inşa hareketine girişilmelidir. Bu noktada ortak çalışanlar yasası talebinin altında yatan birlikte örgütlenme ve birlikte mücadele programına uygun bir perspektifle hareket edilmelidir.
SONUÇ
Yeni bir sendikal hareketin yaratılması, ancak bir toplumsal muhalefet bilinciyle, sınıfın bütün bileşenlerini kapsayacak bir örgütlenme ve mücadele perspektifiyle mümkündür. Böyle bir sendikal yapılanma için, kurumsallaşmış ve resmileşmiş mücadele alan ve araçlarını aşan; emekçilerin aktif bir politik özne haline gelmesinin asgari koşullarını yaygınlaştıran bir yaklaşımın benimsenmesi öncelikli önem taşımaktadır.
Eğitim emekçilerinin demokrasi mücadelesi, toplumsal yaşamın en kritik alanlarından birinde, kamusal hizmet üretiminin en merkezi branşı ve toplumsal yaşam üzerinde en sarsıcı ve kapsayıcı etkide bulunan eğitim alanını etkilemektedir. Bu da eğitim emekçilerini toplumsal yaşamın demokratikleştirilmesi mücadelesinin en temel unsurlarından biri haline getirmektedir. Dolayısıyla Eğitim emekçileri hareketinin yeniden inşası, toplumsal muhalefet hareketinin demokratik hedeflerine ulaşması, toplumsal yaşamın demokratikleştirilmesi amacıyla ilişkiler kurulmasının gerekliliği ve zorunluluğunu da içermektedir.
Eğitim emekçileri “sınıfın ihtiyaçlarından büyük bir yasa yoktur” mantığı ile hareket etmelidir. Toplumsal yaşamın daha ileri bir noktada olduğu eşitlik-özgürlük-barış mücadelesi için Toplumsal Hareket Sendikacılığı doğrultusunda, üretenlerin yöneten olması anlayışında olmalıdır. Bu doğrultuda Eğitim Sen yaşamın tüm alanlarıyla buluşabilmeli; başta eğitim emekçiler
i olmak üzere kamu emekçilerinin çıkarlarının, tüm emekçilerin çıkarlarında olduğunu gösterebilecek birleşik bir mücadele öngörüsüyle hareket etmelidir.
Bütün bu örgütlenme ve mücadele perspektifleri doğrultusunda kamu emekçilerinin (ve Eğitim-Sen’in) tepeden tırnağa yeniden inşasının somut adımlarının atılması, örgütlenme ve mücadele sürecinin başlatılması acil bir görev haline gelmiştir.
Bunun için öncelikle;
1- Genelde Kamu çalışanları, özelde eğitim emekçilerine karşı bir güvensizlik duvarı ören ve bundan beslenen geleneksel sendikal anlayış sorgulanmalıdır. Eğitim-Sen’i toplumsal-sınıfsal uzlaşmanın bir aracı haline getiren bu hâkim sendikal anlayış terk edilmelidir.
2- Eğitim-Sen’in, emek-sermaye çelişkisinde emekten yana bir mücadele örgütü olduğunu daima hatırlayarak-hatırlatarak, böyle bir mücadelede tek tek sendikaların, egemenlerin topyekûn saldırısı karşısında başarılı olamayacağını görmeli, bu nedenle çalışanların ortak mücadele ve örgütlenmesi de eğitim emekçilerinin acil bir görevi olarak ele alınmalıdır.
3- Emperyalizmin ve egemen sınıfların güdümünde ülkemizin tüm kaynaklarının sömürülmesine, emekçilerin ve tüm halkın yoksulluğa ve sefalete itilmesinin programı olan IMF ve Dünya Bankası direktiflerine karşı mücadeleyi çok acil olarak örmeli; bu konuda işyerlerinden başlayarak, bölgelerde muhalif bir toplumsal bilinç oluşturacak ilişki biçimleri yaratılmalıdır.
4- Özelleştirmelere ve talana karşı, sınıfın tüm bileşenleriyle birlikte mücadele zeminlerinde yer almalı, başta eğitim ve sağlık olmak üzere örgütlü-gizli-açık tüm özelleştirme girişimlerinin durdurulmasını talep eden ve bunu kesin olarak başarmayı hedefleyen programlı mücadeleye, bu hizmetlerden yararlanan öğrenci-veli ve mahalleli gibi unsurları da katmalıdır.
5- Eğitim-Sen yönetiminin etkili bir müdahalede bulunmadığı MLO, TKY, OGYE gibi sermayenin tuzak uygulamalarına karşı sendikamızı merkezi politikalar üretmeye zorlamalı; ancak bu yöndeki politikalar sadece Genel Merkezden beklenmemeli ya da sendikal çalışmaların merkezi çalışmalardan ibaret olacağı biçiminde anlaşılmamalıdır. İşyeri, işkolunda ve bölgede en geniş kitleyi hedefleyen bir çalışmayla; Dünya Bankasına hizmet anlamına gelen MLO’lar reddedilmeli, OGYE ‘ler feshedilmeli TKY uygulamalarına ve performansa dayalı çalışmalara karşı durulmalıdır.. Bu projeler içinde çalışmaya zorlanan eğitim emekçileri, ‘sermayenin uşaklığına hayır’ diyerek bu tür kurullarda çalışmayı reddetmelidir.
Bütün bu olumsuzluklara ve saldırıların yoğunlaşması biçimindeki gelişmelere karşı her bir eğitim emekçisinin, bir diğer eğitim emekçisine taşıyacağı duyarlılık olmalı, bu bilinç ve duyarlılığın işyeri-bölge-sendika biçiminde genişleyerek yayılması sağlanmalıdır. Tüm bunlar, “eğitim-örgütlenme-mücadele” bütünlüğü içinde ele alınmalıdır.
Başından beri saydığımız nedenlerden dolayı eğitim emekçileri hareketi, bu vazgeçilmez ilkelerle yeniden inşa edilmelidir. Halkın gözünde meşruluğu tartışılır bir iktidara sahip her hükümet, bir öncekine oranla daha fazla IMF’nin yüzünü güldüren ve yıkımı hızlandıran bir görev üstlenmektedir. Bu durum, tüm emekçilerin yıkımın eşiğinde olduğu anlamına gelmekle birlikte, yukarıda saydığımız birçok nedenden dolayı genelde kamu çalışanları, özelde eğitim emekçileri örgütlülüğü içinde, bu yıkımı durdurabilecek devrimci bir yenilenmeye ve bu doğrultuda bir mücadeleye olan ihtiyacı yakıcı hale getirmiştir.
.
Yukarıda saydığımız ortak mücadele hattı örme faaliyeti, bir yandan KESK ve Eğitim-Sen’e hâkim olan geleneksel anlayışı sorgulayarak ortadan kaldıracak, öte yandan sermayenin egemenliğini ciddi anlamda sarsacak ve yıkımın gerçekleşmesini engelleyecek bir perspektifle kurgulanmak zorundadır. Bu kaygıyı taşıyan her bir eğitim emekçisine hemen ve acil olarak görev düşmektedir; “moral bozukluğuna yenik düşmeden, azim ve sabırla.”
Devletin yürüttüğü saldırılar, özelleştirmeler, tasfiyeler karşısında örgütsel bütünlüğünü koruyarak, saldırıların altında kalmadan daha güçlü bir biçimde çıkmayı, ancak bu yönde atılacak adımlar ve örgütlenecek mücadeleler sağlayabilir. Şimdi görevimiz, Eğitim Sen’i sınıf hareketinin tümüyle birleştirecek, toplumun demokratikleştirilmesi mücadelesinin en aktif bileşeni yapacak bir inanç ve kararlılıkla yeniden inşa ederek ayağa kaldırmaktır. Sorun ayağa kalkmak ve yürümeye başlamaktır. Bu anlamda Eğitim emekçilerinin ‘kaybedecek zamanı’ yoktur. Eğitim emekçilerinin tamamı, sınıfın bütünüyle birlikte demokrasi, eşitlik, özgürlük ve barış mücadelesi saflarında yer alarak kurtuluşa kavuşacaklardır.
DEVRİMCİ ÖĞRETMEN