Aylarca ABD’nin kapısında sürünen Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı ve genel seçim sürecindeki yönünü ABD’nin verdiği hiza ve istikamette yeniden belirledi. Erdoğan, komutanlarla görüşerek aşırılıklara karşı ortak bakış oluşturmaktan dem vuruyor, DTP’nin bağımsız olarak meclise girmesini önleyecek yasa çıkarıyor Erdoğan’ın ABD ziyareti öncesinde tırmanışa geçen Hükümet-TSK gerilimi yeni gelişmelerle bütünleşerek sürüyor. AKP bir yandan TSK’ya çeşitli alanlarda “geri […]
Aylarca ABD’nin kapısında sürünen Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı ve genel seçim sürecindeki yönünü ABD’nin verdiği hiza ve istikamette yeniden belirledi. Erdoğan, komutanlarla görüşerek aşırılıklara karşı ortak bakış oluşturmaktan dem vuruyor, DTP’nin bağımsız olarak meclise girmesini önleyecek yasa çıkarıyor
Erdoğan’ın ABD ziyareti öncesinde tırmanışa geçen Hükümet-TSK gerilimi yeni gelişmelerle bütünleşerek sürüyor. AKP bir yandan TSK’ya çeşitli alanlarda “geri çekilebileceği” mesajı verirken, diğer yandan da siyasi cephesini genişletmeye çalışıyor. ABD güdümlü büyük sermaye sözcüleri, AKP’nin bu manevrasını kolaylaştırmaya çalışıyorlar.
Erdoğan, ABD’den dönüş yolunda, cumhurbaşkanlığı sorununda bir uzlaşma sağlamak üzere komutanlarla MGK dışında özel olarak da görüşebileceğini ifade etti. Erdoğan bu görüşme talebini yaparken, “irtica”ya ortak bir tanım getirmeye çalışmaktan vazgeçmeyi, “aşırılıkları” tanımlamayı önerdi. Erdoğan “aşırılık” sorununun çözümünün de “aşırıları merkeze çekmek” olduğunu ifade etti.
Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı seçiminde anlaşma sağlamak için bazı eski komutanların arabuluculuğuna başvurmak istediği, bunu sağlamak için de Salih Kapusuz’u çeşitli temaslarla görevlendirdiği bildirildi. Diğer yandan alelacele gündeme getirilen seçim yasasıyla, seçilme yaşının 25’e düşürülmesi perdesi altında DTP’nin bağımsız adaylarla meclise girmesini önlemeyi amaçlayan bir yasa çıkarıldı.
28 Şubat’ın tersine bu sürece eşlik eden “medya kampanyası” Erdoğan’ın “barış girişimi”ni başlatacağını açıklamasından sonra yoğunlaştı.
Erdoğan ABD’ye gitmeden önce başlatılan MEB ve AKP belediyelerinin yayınlarındaki hurafeler hakkında yapılan yayınlar, dönüş yolunda sıklaşmaya başladı. Başlangıçta “abdest almanın alyuvarları artırdığı” vb. tarzındaki bu bilimdışı ifadeler Çelik ve Erdoğan tarafından savunulmaya kalkışıldı. Ancak çok kısa bir süre içinde her ikisi de geri adım attı ve “inceleme başlatıldığı” ilan edildi. Bunu İsmailağa cemaatinin lideri Cübbeli Ahmet Hoca hakkında yapılan yayınlar izledi. Cübbeli Hoca’nın jetski üzerindeki plaj görüntüleriyle topluma rezil edilmesi, buna karşılık, politik bağlantıları üzerinde hiç durulmaması dikkat çekiciydi. Bilindiği gibi 28 Şubat sürecinde Ali Kalkancı ve Müslüm Gündüz hakkında yapılan bu tip yayınlar, tarikat şeyhlerinin Refah Partisi ilişkilerini mercek altına alan yayınlarla birleştirilmişti.
Zaten Hürriyet gazetesi kampanyanın büyük silahı “Cübbeli Ahmet görüntüleri”ni devreye sokarken gazetenin genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök de “28 Şubat servisi yapmadıklarını; AKP’nin bu aşırılıklarla arasına çizgi çekmesini kolaylaştırmak istediklerini” ifade etti. Yani bir post-modern darbe tezgahı kurmuyorlar, imajını düzeltmesi için AKP’ye bir fırsat veriyorlardı.
Diğer yandan, ABD’nin AKP ile TSK arasındaki gerilimde ibreyi bu kez AKP’den yana çevirdiği izlenimi yaratılmak isteniyor. Komutanların ve Cumhurbaşkanı’nın konuşmalarının ardından ABD Büyükelçisi Wilson’ın yaptığı “kakafoni” olarak değerlendirmesi bu yöndeki ilk olaydı.
Demirel, Mesut Yılmaz ve Hikmet Çetin’i TSK-AKP geriliminin tırmanması senaryosuna göre kurguladıkları ortak siyasi girişimi iptal etmeleri de ABD ve büyük sermayenin, AKP-TSK gerilimini “yöneterek” AKP’yi istedikleri noktaya getirme yolunu tercih ettiklerini gösteriyor.
Belki de bu genel havanın bir ürünü olarak meclisteki partiler, “normal seçim tarihi”ni 7 Kasım olarak belirlemekte bir mahsur görmediler.
ABD, AKP’ye “yarım yol ileri” demiş gibi görünüyor.
28 Şubat olur mu?
Komutanların ardı ardına “irtica” temasıyla hükümete yüklenmelerinin ardından “yeni bir 28 Şubat süreci mi” sorusu soruldu
28 Şubat 1997 post-modern darbesinin yapılabilmesi kendine özgü koşullarla mümkün olmuştu. Her şeyden önce bu darbenin arkasında ABD ve büyük sermayenin tam desteği bulunuyordu. Bu destek büyük sermaye basınının “Andıç” adı verilen talimatnamelerle doğrudan doğruya yönetilmesine de olanak sağlamıştı. “Batı Çalışma Grubu”nun faaliyetiyle çeşitli “sivil toplum örgütleri” ve üniversiteler de bu sürece eklemlenebilmişti.
AKP ile TSK arasında yoğunlaşan bugünkü tartışmalarda, ABD ve büyük sermaye bir taraf olmak yerine, bu gerilimi değerlendirerek her iki tarafı da yönlendirme politikasını benimsiyor. Geçtiğimiz dönemde özelleştirme sürecinden ve ABD’nin Irak’taki işgalinden OYAK vasıtasıyla büyük kazançlar sağlayan ordu mensuplarının, ABD’nin kontrollü desteğine sahip bir iktidara karşı, tek parça halinde hareket edebilmesi olanaksız. Diğer yandan, kendisi 28 Şubat’ın ürünü olan AKP, bütün kıblesini ABD’ye çevirmiş bir tek parti iktidarı. AKP, yalnızca ABD ile ilişkilerini sıcak tutmaya önem vermekle kalmıyor, büyük sermaye medyasi ile de çok yakın bir ilişki kuruyor. AKP iktidarı döneminde sermayesinin 10 kat artırdığını itiraf eden Doğan Medya ve Ciner Grubu’nun, ardına ABD ve büyük sermaye desteğini almayan bir TSK operasyonunda kolayca yer almayacağı biliniyor. 28 Şubat’a “hizmet veren” “sivil toplum” örgütleri etkisizleşti ve aralarındaki ilişkiler zayıfladı. Yani 28 Şubat’ın altından çok sular aktı ve akıp geçen zaman içinde, ne ordu, ne basın, ne “sivil toplum” ve ne de siyasi islam aynı yerde durmuyor. Neresinden bakarsak bakalım bu ayrışma, “28 Şubat kuvvetinde” değil ve yeni bir 28 Şubat süreci ancak ters yönde işleyebilir.
Kirli savaş ekibi birbirine girdi
Yeni kurmay kadrosunun oluşumuyla birlikte hükümetle Genelkurmay arasındaki gerilim tırmanırken, sert tartışmalar bir başka kanaldan gelişti. Kirli savaş dönemindeki uygulamalarıyla tanınan DYP lideri Mehmet Ağar, Genelkurmay’a meydan okudu. “Silah arkadaşı” Büyükanıt’ın yanıtı “O zat” diye başlıyordu.
Kirli savaşın iki silah arkadaşı birbirine girdi. Mehmet Ağar’ın “Benim dönemimde asker konuşamaz” sözleri ve “dağda silah yerine ovada siyaset” önerisi, Büyükanıt’ın “şiddetli kınaması”yla karşılaştı. Büyükanıt, “O zat iktidarda olsa da biz bu konuları konuşuruz. Bu bir genel af çağrısıdır. Bunu şiddetle kınıyorum. Dağdan inen insan nasıl siyaset yapacak ki?” diye konuştu. Büyükanıt ayrıca, Ağar’ın “anaların feryadı”na ilişkin sözlerine de “herhalde Cumartesi Anneleri’nin feryadını kastediyor” yorumunu yaptı.
Bilindiği gibi Ağar ve Büyükanıt, kirli savaş döneminde Emniyet’in ve Özel Harp’in başındaki asker ve sivil ikili olarak birlikte çalışmışlardı. “Cumartesi Anneleri” bu dönemdeki “kaçırıp kaybetme” ve “yargısız infaz” kurbanlarının ailelerinin protesto hareketine verilen addı. Ağar bu cinayetlerin siyasi sorumluluğunu “bunun gibi 1000 operasyon yaptık” diyerek üslenmişti.
Komutanların AKP hükümetine karşı ardı ardına konuşarak zehir zemberek açıklamalar yaptığı, yeni bir 28 Şubat söylentilerinin dolaştığı ve ABD’nin “PKK koordinasyonu” projesinin sağından solundan patladığı bir dönemde Ağar’ın yaptığı konuşma, DYP’den AKP’ye bir koalisyon ya da birlikte hareket önerisi olarak anlaşıldı. Ağar konuşmasıyla, ABD’ye de Kürt sorununda, Genelkurmay’ı kenarda bırakan bir siyasi çözümün de olanaklı olduğu mesajını vermiş oldu.
Büyükanıt’ın çıkışı üzerine “yanlış anlaşıldığını” söyleyerek geri adım atmış gibi görünen Ağar, izahatında, “anaların feryadı ile kastının oğlu şeh
it düşen annenin ‘vatan sağolsun diyemiyorum’ sözleri olduğunu; ABD-İsrail-Barzani-Talabani-DTP eliyle tezgahlanan oyunu bozmayı amaçladığını” söyledi. Ağar’ın bu sözlerinde, Büyükanıt’ı, halkın savaşa inancını yitirmeye başlamasından sorumlu tuttuğu ve ABD’nin Kürt Planı’na nüfuz edemeyen bir siyasi tutum almakla suçladığı iması dikkat çekiyordu.
Ağar’ın Büyükanıt’la giriştiği bu tartışma ilginç bir randevunun da hemen öncesinde gerçekleşiyor. Ertuğrul Özkök’ün Washington kaynaklarına dayanarak verdiği habere göre Büyükanıt 26 Ekim’de ABD’de olacak ve ABD Genelkurmayı ile değil, Başkan Yardımcısı Dick Cheney ile görüşecekti. Büyükanıt’ın bu görüşmede, ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilerin ekseninin Hilmi Özkök’ün son yılında olduğu gibi TSK üzerinden kurulmasını talep edeceği bekleniyordu.
Ağar’ın geçtiğimiz yıldan bu yana Demirel ile bağlarını asgariye indirdiği ve Demirel’in TSK’ya endeksli politikalarına mesafeli durduğu biliniyor. Son zamanlarda Ağar ile Fetullah Gülen arasında gelişen ve “Türkçe Olimpiyatları” sırasında su yüzüne vuran dostluk da bu olgu ışığında başka bir anlam kazanıyor.
Bu yazı aynı zamanda Halkın Sesi gazetesinin 14. sayısında da yayınlanmıştır.