Dikkatinizden kaçmıştır, Irak’ta patlayan bombalar, Afganistan’da gittikçe şiddeti artan çatışmalar, Diyarbakır’da patlayan bomba, hiç de inandırıcı olmayan büyüme hızı, devasa cari açık, gittikçe zorlaşan günlük ekmek-peynir-kredi-kartı mücadeleleri arasında… Halbuki, üzerinde, tüm bu sorunları yaşama ”ayrıcalığına” sahip olduğumuz gezegenimizde doğal yaşam yok olma yolunda. Son bulgular, küresel ısınmanın bugüne kadar sanılandan çok daha büyük bir hızla […]
Dikkatinizden kaçmıştır, Irak’ta patlayan bombalar, Afganistan’da gittikçe şiddeti artan çatışmalar, Diyarbakır’da patlayan bomba, hiç de inandırıcı olmayan büyüme hızı, devasa cari açık, gittikçe zorlaşan günlük ekmek-peynir-kredi-kartı mücadeleleri arasında…
Halbuki, üzerinde, tüm bu sorunları yaşama ”ayrıcalığına” sahip olduğumuz gezegenimizde doğal yaşam yok olma yolunda. Son bulgular, küresel ısınmanın bugüne kadar sanılandan çok daha büyük bir hızla ilerlemeye başladığını gösteriyor… Geçen hafta The Economist ‘in kapağı ve eki de bu konuya ayrılmıştı.
Küresel ısınma, dünyaya gelen güneş ışınlarının enerjisinin, atmosfere biriken gazlardan dolayı, uzaya geri dönemeyerek, tutsak kalmasından kaynaklanıyor. Böylece bir sera etkisi oluşuyor. Sera gazları adı verilen, esas olarak fosil yakıtların tüketimi sırasında oluşan karbon dioksit, endüstriyel etkinliklerin yan ürünü olarak atmosfere salınan diğer gazlar birikmeye devam ettikçe ısınma artmaya devam ediyor.
En son bulgular…
BBC’nin aktardığına göre, kutuplar küresel ortalamalardan iki kez daha yüksek bir hızla ısınmaya başlamış. NASA’nın (Amerikan Uzay Araştırmaları Kurumu) Kaliforniya’daki Jet Motorları Laboratuvarı’nda Dr. Son Nghiem başkanlığında uydulardan elde edilen verilere dayanılarak yapılan hesaplamalar, 2005 yılında, Kuzey Kutbu’nda, Türkiye’nin yüzölçümüne yakın büyüklükte bir buz tabakasının eridiğini ortaya koyuyor. Daha önceki bulgular, bu iki yıllık (en azından bir yaz çözülmeden kalan) buzların yıllık erime hızını yüzde 6.4 ile yüzde 7.8 arasında hesaplamıştı. Dr. Nghiem, ”En son veriler, karşımıza yüzde 14’lük, daha önce hesaplananların 18 katı bir büyüme hızı koyuyor” diyor. Maryland’deki Uzay Uçuşları Merkezi’nin yaptığı ikinci bir araştırma da bu sonuçları doğruluyor. Merkezin bulguları, 1979’dan bu yana toplanan veriler, iki-yıllık buzlardaki erimenin 2005 yılında hızlanarak, ortalamanın 30 katına ulaştığını gösteriyor ( The Independent 15/06). İlk hesaplamalara göre, bugünkü trendler devam ettiği takdirde, bu buzlar 2070 yılına kadar yok olacaktı. Son veriler bu noktaya 10 yıl daha önce ulaşacağımızı gösteriyor. Sorun, salt suların erimesiyle eko-sistemin bozulması, örneğin kutup ayılarının yok olmasıyla sınırlı değil. Buzlar güneş ışıklarını geri yansıtırken, su emiyor ve böylece küresel ısınmayı hızlandıran bir etki yapıyor.
Bern Üniversitesi’nden araştırmacılar, Avrupa’da, tarımsal sulamaya olanak veren buzulların kalıcı olarak gerilediğini saptadılar. Bern Üniversitesi’nden Martin Grosjean , ”Alpler’deki buzullar, 1980’den bu yana, yüzeylerinin yüzde 75’ini kaybettiler” diyor ( BBC , 15/09). Her yıl, kışın ilerleyen, yazın gerileyen buzullar, özellikle bahar aylarında nehirlerin sularını besleyerek (örneğin Ren Nehri’nin sularının yüzde 50’si bu buzullardan besleniyor) Avrupa’da tarım alanlarının sulanması için gerekli kapasiteyi sağlıyorlar. Dahası Grosjean, nehirlerdeki su seviyesi düştüğü takdirde, nükleer santralların soğutma sistemlerinin de aksayacağına işaret ediyor. Son yıllarda buzulların kışın ilerleme sınırlarında belirgin ve kalıcı gerilemeler görülmeye başlanmış. Nihayet, buzullar güneş ışınlarını geri yansıtırken, çıplak toprak ve kayalar, ısıyı emiyor, depoluyor.
En korkutucu haber ise Sibirya’dan. Sibirya’da on binlerce yıldır donuk kalan bataklıklar (permafrost) çözülüyor. Buralarda su birikintileri oluştu, yazın bu birikintiler genişlemeye başladı; donmadan kalan kesim giderek büyüyor ( Associated Press 07/09). ”Permafrost” eridikçe, içerdiği metan gazını atmosfere bırakıyor. Metan gazının sera gazı etkisiyse karbon dioksitten 23 kez daha güçlü. Daha yeni verilere dayanılarak yapılan araştırmalara göre ”permafrost’un erimesinin etkileri çok büyük olacak” . Alaska Üniversitesi’nden Katey Walter ‘e göre atmosfere salınan metan gazı küresel ısınmayı hızlandıracak, ısınma hızlandıkça daha çok bataklık eriyecek, daha çok metan gazı serbest kalacak… Florida Üniversitesi’nden ekoloji profesörü Ted Schuur ‘a göre karşımızda ”yavaş işleyen, zaman ayarlı bir bomba var” .
Artık çok mu geç?
Ünlü çevreci George Monbiot ‘un bu ayın sonunda çıkacak “Heat: How to Stop Planet Burning – Sıcaklık: Gezegenin Yanmasını Nasıl Önleyebiliriz” başlıklı kitabı, Prof. John Gray ‘in tanıtım ve eleştiri yazısına bakılırsa, bu zaman sorunuyla özellikle ilgileniyor. Ancak Gray’in ”Açık ve Acil Tehlike” başlıklı yazısındaki savlara göre ”artık çok geç” . Gray’e göre ”teknolojik gelişme, nasıl olsa bir çözüm bulur” hayalini terk edip, bir an evvel küresel ısınmanın sonuçlarına uyum sağlamanın yollarını aramak gerekiyor ( New Satesman , 18/09/06).
Monbiot çalışmasında, eldeki verileri, tartışmaları ayrıntılı, anlaşılır biçimde irdeliyor, desteklenmesi zor genellemelerden kaçınıyor, tehlikenin büyüklüğünü, söz konusu dönüşümler kötümserlerin ileri sürdükleri kadar radikal olmasa bile, yaşamın bugünkü haliyle devam ettirilmesinin olanaksızlığını gözler önüne seriyormuş. Ama Monbiot’un çalışmasının ortaya çıkardığı esas tatsız gerçek şu: Rüzgâr türbinleri, biyolojik yakıtlar gibi çözümler, hem yeterince pratik değil, hem de etkileri itibariyle çevreye büyük zarar verme kapasiteleri var. Örneğin Bush yönetiminin son dönemde ağzından düşürmediği biyo-yakıt imalatı, eğer gereksinimleri karşılayacak kapasiteye ulaşacaksa, dünyanın çok büyük tarım alanlarının bu ürünlerin ekimine açılması gerekiyor. Bugünkü su krizi olduğu kadar, küresel ısıma krizinin de büyük bir kısmı ormanların tarım alanlarına çevrilmesinden kaynaklanıyor. Biyo-yakıt üretimi, dünyanın toprak ve su kaynakları üzerine çok büyük bir ek yük getirecek. Örneğin, 1985-2000 arasında Malezya’da, biyo-yakıtın en önemli hammaddesi palmiye yağı üretimi, ormansızlaşmanın yüzde 90’ına neden olmuş.
Monbiot, ”Bugünkü yaşam tarzımızı değiştirmekten başka çaremiz yok” diyor. Prof. Gray de soruyor: Bu ”biz” acaba kimlerden oluşuyor? Ortada böyle belli bir ”biz” yok ki. Örneğin Rusya ve İran, Körfez ülkeleri, Venezüella, petrol gelirlerinden vazgeçerler mi? Hızla büyümeye ve güç biriktirmeye çalışan Çin, Hindistan, petrol tüketimini körükleyen bu süreci yavaşlatırlar mı? Dünyanın C02 üretiminin yüzde 26’sını gerçekleştiren ABD halkı, otomobile dayalı yaşam tarzından vazgeçer mi? Hepsinden önemlisi, üretimleri, kârları, hidro-karbon kaynaklı girdilere ve hidrokarbon tüketimine dayalı, otomotiv, savunma, bilgisayar, elektronik aletler, ev aletleri, kimya, tekstil, boya, paketleme, inşaat vb. (aslında aklınıza ne gelirse) sektörü firmaları, gelecekte bir gün dünya yaşanmaz olacak diye, kârlarını olumsuz etkileyecek yöntemleri gönüllü olarak benimserler mi?
İroni şurada: Küresel ısınma üzerine yapılan tüm araştırmalar, tartışmalar sayesinde, dünyanın, ekosistemin sonuna ilişkin çeşitli senaryoları kolaylıkla hayal edebiliyoruz, ama, yaşam tarzımızın temelindeki kapitalizmin (çok daha sınırlı ve daha az karmaşık bir sistemin) ufkunun ötesini, (çok uzun süredir) bir türlü hayal edemiyoruz. Belki de bu yüzden artık çok geç!
Cumhuriyet 18.09.2006
DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA