Patlayan, patlamayan bombalar, sıkılan ve sıkılmayan kurşunlar, dağıtılan ve kime ait olduğu anlaşılamayan suikast krokileri, nereden çekildiği bilinen ama kimin elinde olduğu bilinmeyen gizli kamera kayıtları ve dinci, faşist, ordu malı, emniyetçi çeteleriyle iktidar mücadelelerinin her kapısına bağlanmış kudurmuş köpek sürüleri… İşte Türkiye’de “büyük siyaset” bunlarla yapılıyor. İşte Türkiye’nin “hür, parlamenter demokratik rejimi” bu… Bütün […]
Patlayan, patlamayan bombalar, sıkılan ve sıkılmayan kurşunlar, dağıtılan ve kime ait olduğu anlaşılamayan suikast krokileri, nereden çekildiği bilinen ama kimin elinde olduğu bilinmeyen gizli kamera kayıtları ve dinci, faşist, ordu malı, emniyetçi çeteleriyle iktidar mücadelelerinin her kapısına bağlanmış kudurmuş köpek sürüleri… İşte Türkiye’de “büyük siyaset” bunlarla yapılıyor.
İşte Türkiye’nin “hür, parlamenter demokratik rejimi” bu…
Bütün bu pislik yığınını “demokrasi” diye yutan var mı?
Bu rejimin gerçek adı konulalı 35 yılı geçiyor: Sömürge tipi faşizm!
Bütün bu cerahatli siyaset-cinayet-rezalet oyunlarının arkasında duran, köpeklerin tasmalarını elinde tutan, dahası bu devlet düzenini kuran gücün kim olduğunu her kes biliyor: ABD!
Bu siyaset oyununda rol almak için birbirini boğazlayan bütün aktörler de “çete” denilen kontrgerilla düzeneklerinin bu siyasi düzenin temel taşları olduğunu kabul ederek giriyorlar oyuna.
Şimdi kontrgerillayı bu devletin omurgasına yerleştiren ABD, aynı kontrgerillayla bu devletin dümenini tuttuğunu sananları hizaya getiriyor…
ABD 1 Mart’tan dersini aldı. Ortadoğu savaşının bu aşamasında, İran’a saldırı arifesinde Türkiye’den çatlak ses çıkmasına tahammülü yok. Bu yüzden de tamamen Anadolu toprağındaki işbirlikçilerine, tamamen “yerli” metodlarla, Nasrettin Hoca usulüyle “testi kırılmadan” dersini veriyor. Bir hükümete vuruyor tokadı, bir orduya… Diyor ki: “Bu kez Cumhurbaşkanlığı Türkiye’nin siyasi doğrultusunun belirlenmesinde önemli bir denge merkezi haline geldi. Bu merkezi AKP de ordu da tek başına belirleyemez. Devlet iktidarının önümüzdeki 7 yılına yön verecek bu denge benim gözetimimde kurulacak!”
Tayyip Erdoğan, Danıştay saldırısının ertesi günü Cüneyt Zapsu ile birlikte Antalya’da otelde ABD büyükelçisiyle bir araya geldi. Erdoğan, iktidarını ayakta tutacak destek için Washington kapısının açılmasını istedi. Elçi, artık Washington kapısının yalnızca İsrail aracılığıyla açılabileceğini söyledi. İsrail dışişleri bakanı geldi ve Washington’un kapısını açmak için Türkiye’nin “iki devlet” (İsrail/Filistin) tezini bir kenara bıraktığını açıkça ilan etmesini istedi. Bu AKP’nin tabanının erime hızının iki katına çıkması demekti. Kabul edemediler. Hemen ardından, Erdoğan’ın “suikastle tehdit edildiği” Atabeyler operasyonu geldi. Sezer İsrail’e gitti ve HAMAS’la görüşmeyeceğini ilan edip, AKP’nin HAMAS’la görüşmesinin de hükümetler arası bağlayıcı bir görüşme olmadığını ifade etti.
Bu kontrgerilla hamleleriye ABD, devletin tepesinde, hep kendisinin yukarda kalacağı bir tahteravalli kuruyor. Bu tahtaravallinin siyasi eksenleri “Türkçülük-Kürtçülük” ve “Laiklik-Şeriatçılık”.
Şimdi sıra AKP’nin karşısında yeni parlamenter iktidar seçeneklerini oluşturmaya geldi. Bu oyunun başrolünde de kontrgerilla var.
Onca faşist çetenin paldır küldür ortalığa dökülmesine karşılık, aynı çeteler yine demokratik toplumsal muhalefeti sindirmek için bir “toplumsal linç atmosferi” tezgahlamaktan hiç geri durmuyorlar. Danıştay baskınının çeteleri, Perihan Mağden’in duruşmasındaki linççi kalabalığın organizatörü olarak sahneye fırlıyor; İHD’ye şarbon süsü verilmiş mektup gönderiliyor, bugüne dek hiçbir gerçek kadın sorununda ortada görünmeyen sözde “kadın örgütleri” Eren Keskin’i hedef gösteren bir toplumsal linç kampanyasıyla vitrine fırlıyorlar… Kontrgerillacı olduğu artık ayan beyan bilinen motorize bir “linç grubu” şovenist mesajların verilebileceği her fırsatı en çirkef biçimde tam bir dokunulmazlık içinde değerlendiriyor.
Ve bu ortamda, bizim 1 ay önce altını çizdiğimiz gibi, ABD’nin CHP-MHP koalisyonunu tezgah ettiği iyice açığa çıkıyor. Baykal, 6 Mart’ta 22 generalin imzasıyla Erdoğan’a verilen 7 maddelik muhtıranın yerine getirilmeyen maddelerine yeni maddeler ekleyerek Hükümeti tehdit ediyor. MHP ısrarla “sokağa inmeyeceğini” ilan ederek, CHP’nin arkaladığı kontrgerilla hareketlerinin öne çıkmasından memnuniyetini ifade ediyor. Bu tezgah AKP’nin %23’e düştüğünü, CHP ve MHP’nin %30’u geçtiğini gösteren anketlerle destekleniyor…
ABD’nin harekete geçirdiği tezgah büyük bir siyasal gericilik dalgası yaratıyor. Ama halkın önemli bir bölümü, bu gericilik dalgasını, karşısında kendisini tamamen silahsız ve güçsüz hissettiği bir “oyun” olarak hissetmeye başlıyorlar. Gerici siyasi saflaşmalar politika alanını belirliyor ama bu saflaşmalar giderek daha sınırlı bir kitleyi sürükleyebiliyor. Şovenist, militarist, gerici ve faşist bir çizgiyi çirkef bir biçimde dışa vurarak, ideolojik terör yaratma amacıyla saldıran kontrgerillacı tahrikçileri alkışlayanlar giderek azalıyor.
Buna karşılık, aynı yığınlar içine sürüklendikleri oyunu bozacak bir yol da bulamıyorlar. Bu belirsizlik, gıdasını solun ve anti-emperyalizmin birbirinden ayrılmış olmasından alıyor. Bu ayrışmanın doğmasında, siyasi islamı veya Türk ırkçılığını anti-emperyalist cephenin bir bileşeni olarak gören militarist ve liberal sol anlayışların oynadığı rolü hiç kimse unutmamalıdır. Yine bu ayrışmanın doğmasında ABD ve AB emperyalizmlerini demokratik hak ve özgürlük mücadelelerine dolaylı veya dolaysız destek olarak gören Kürt milliyetçiliği ile liberal sol anlayışların oynadığı rol unutulamaz. Türkiye’de sol olmayan ne varsa, (türkçülük, kürtçülük, alevicilik, şeriatçılık, orientalizm, işçicilik, liberalizm, militarizm, pasifizm, terörizm) solda cirit atıyor; buna karşılık solun somut muhalefetinde solculuğa (eşitlikçiliğe, özgürlükçülüğe, sosyalizme) ayrılan yer sürekli azalıyor.
Devrimcilerin üzerine düşen görev, eşitlikçi, demokratik ve özgürlükçü sol politikalarla net, ikirciksiz bir anti-emperyalizmi birleştirecek bir somut politik-toplumsal muhalefet hareketini kitleselleştirmenin temellerini atmak ve yollarını bulmaktır.
Bu noktada bir gerçeğe dikkat çekmek gerekiyor:
Geçtiğimiz ayın hay-huyu içerisinde, emperyalistler yalnızca Türkiye’nin siyasi dengelerine balans ayarı yapmakla kalmadılar. Merkez Bankası başkanının seçimindeki tartışmaları ve Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi tırmanan gerilimi bahane edip ABD Merkez Bankası’nın faizleri artırmasının sağladığı fırsatı kullanarak Türkiye’nin 5.5 milyar dolarını bir kalemde çaldılar. Tek kelimeyle göz göre göre soyulduk, dolandırıldık. Bu soygunun, yeni bir yoksullaşma dalgasının başlangıcını oluşturacağı görülmelidir. Bu yoksullaştırma dalgasının en şiddetli vuracağı yerin sağlık ve eğitim alanları olacağı, IMF’nin geçtiğimiz ay yaptığı görüşmelerde açığa çıkmıştır.
Dolayısıyla, emperyalist soygun ve şiddet Türkiye’yi temel hizmetler alanında büyük bir çöküntüye sürüklemektedir. İşte bu noktada halkın sınıfsal taleplerini eksenine alan bir anti-emperyalist kitle mücadelesinin somut olanaklarının güçlendiği görülmelidir.