Likud lideri Netanyahu ‘ya göre bu genel seçimler çok önemliydi, çünkü İsrail’in gelecekteki sınırları üzerine bir referandum olacaktı. Ama seçim kampanyaları çok cansızdı. Seçimlerden önceki kamuoyu yoklamaları, katılımın düşük olacağını, seçmenin yaklaşık yüzde 25-30’unun hâlâ karar veremediğini gösteriyordu. Stratejik analiz sitesi Debka Files ve Jarusalem Post, Haaretz, Yediot Aharanot gibi gazeteler seçmenin ilgisizliğinden yakındılar. El […]
Likud lideri Netanyahu ‘ya göre bu genel seçimler çok önemliydi, çünkü İsrail’in gelecekteki sınırları üzerine bir referandum olacaktı. Ama seçim kampanyaları çok cansızdı. Seçimlerden önceki kamuoyu yoklamaları, katılımın düşük olacağını, seçmenin yaklaşık yüzde 25-30’unun hâlâ karar veremediğini gösteriyordu. Stratejik analiz sitesi Debka Files ve Jarusalem Post, Haaretz, Yediot Aharanot gibi gazeteler seçmenin ilgisizliğinden yakındılar. El Ahram’ın emektar yazarı Graham Usher de Kudüs’ten yaptığı yorumuna ”İsrail’in gereksiz seçimleri” başlığını atmıştı. (23/03)
Barışı unutmak
Saddam rejiminin yıkılmasından sonra, İran’ın bölgedeki jeopolitik ağırlığı ve nükleer programı üzerine kaygılar arttı, devlet başkanlığına da İsrail’i yok edeceğini söyleyen ”fanatik” biri gelmişti. Irak ”El Kaide teröristleri” için bir eğitim alanına dönüşürken Filistin seçimlerini, İsrail’i resmen tanımamakta ısrarlı, üstelik ”terörist” yöntemlere başvurabilen bir Müslüman örgüt Hamas kazandı. Aynı dönemde, İsrail en tecrübeli ve güvendiği politikacı Şaron ‘u kaybetti. Bu ortamda ”seçimleri kim kazanacak” sorusunun çok önemli olması gerekmez mi?
Gerekir ama İsrail halkı artık yorgun, barış sürecinden umudunu kesmiş, bir süredir, adeta Filistinliler yokmuş gibi yaşamaya çalışıyor; seçimleri kim kazanırsa kazansın bu durumun değişmeyeceğini düşünüyor. Gerçekten de bu seçimlerde İsrail halkının karşısında güvenlik konusunda tek bir program vardı. Likud, Şaron’un Likud’dan ayrılarak kurduğu, Şaron komaya girdikten sonra, şimdi Olmert ‘in liderliğinde seçime katılan Kadima ve Eşkenazi Peres ‘i devirerek liderliği ele geçiren Safarad kökenli sendika lideri Peretz ‘in liderliğinde İşçi Partisi arasında ”güvenlik sorunları” üzerinde neredeyse tam bir mutabakat var. Peretz de zaten seçim kampanyasını güvenlik sorunları değil ekonomik sorunlar üzerine kurdu. Nitekim, seçimlere katılan liderlerin hiçbiri, Yol Haritasına, Filistinlilerle barış görüşmelerine geri dönme yönünde bir niyet belirtmedi. Liderler arasında hâkim eğilim, İsrail’in, Filistin yönetimi ile bağlarını koparması, ”kendi içine dönmesi” , kalıcı sınırlarını tek yanlı olarak saptaması doğrultusunda.
Kadima lideri Olmert, bir miktar daha toprak terk ettikten sonra en büyük yerleşim Maal Adumin ile Kudüs arasındaki bölgeyi binalarla doldurup Filistinlilere kapatmayı, Güvenlik Duvarı’nı sınır kabul etmeyi, böylece bir taraftan kalıcı sınırları tek taraflı olarak belirlerken diğer taraftan Filistinlilerin toprak sürekliliğine sahip bir devlet kurmasının da önünü almayı planlıyor. Netanyahu ise tek bir ”yerleşimin” daha boşaltılmasından yana değil.
Fanteziler ve gerçekler
Ancak, İsrail halkının, bizzat liderleri tarafından körüklenen bu ”içe dönme” fantezisinin gerçekleşme şansı yok. Filistin halkının bu durumu kabul edeceğini ya da Filistin sokaklarında konuşulmaya başlanan bir III. İntifada’nın, eğer patlak verirse, salt askeri yöntemlerle bastırılabileceğini düşünmek gerçekçi değil. Uluslararası ortam da hızla buna olanak vermeyecek bir yönde değişiyor.
ABD’de uluslararası müttefiklerini daha fazla dinleme, birlikte davranma eğilimi güçleniyor. NATO yeni almakta olduğu biçimle bu bağlamda önem kazanıyor. İkincisi, ABD, İran’la doğrudan, kamuoyu önünde diplomatik ilişkilere girmeye başladı. İran’a saldırmak yerine konuşmak gerektiğini savunanların sayısı artarken İsrail’in, Irak’ın Ozirak nükleer santralına 1981’de yaptığı cüretkâr saldırının, Irak’ın nükleer programının durdurmadığını, egemen görüşün aksine, daha da hızlanmasına neden olduğunu savunan bir tez tartışılıyor. ( ”The Osirak Fallacy” , The National Interest, 17/93/06). Üçüncüsü, pazartesi günü değindiğim, ”İsrail lobisi” tartışması var. ABD dış politikasında, neo-con etkisi zayıflarken ”realistlerin” , ”ABD’nin Ortadoğu çıkarları Arap kamuoyunu dikkate almayı gerektiriyor” tezi, İsrail-ABD ilişkilerinin sorgulanması noktasına ulaştı. Değindiğim çalışma ABD’de, İsrail’de ve Arap ülkelerinde büyük ilgi ve tepki çekti. Ama Ehud Barak’ın eski yardımcılarından Daniel Levy ‘nin, İsrail gazetesi Haarez’deki, soğukkanlı bir yaklaşımla, ”güçlü savlara dayanan bu çalışmanın” ”Atlantik’in her iki yakasında da bir uyarı olarak algılanması”, İsrail dış politikasının artık neo-con ve Evanjelik ittifaktan kopması gerektiğini savunan yorumu, sanırım, İsrail-ABD ilişkilerine ilişkin tartışmalarda önemli bir eşiğin atlandığını gösteriyordu. Yeni kurulacak hükümetin bu duruma uyum sağlaması İsrail halkının güvenliği açısından çok önemli. Ama toplumda keskinleşmeye devam eden, sınıfsal ve etnik (Eşkenazi, Safarad, Rus) saflaşmalara bakınca, iyimser olmak zor.
ergin.yildizoglu@gmail.com
Cumhuriyet 29.03.2006
GLOBALPOLİTİKÜLTÜR