Serdar Turgut’un televole olarak isim taktığı iktisatçıların, uzun zamandır yere göğe koyamadıkları IMF destekli ekonomi politikalarını, son haftalarda nasıl eleştirdiklerini izlemiyorsanız, çok şey kaçırıyorsunuz demektir. Kendilerine profesyonel iktisatçı diyenlerin sefaletine kızmak için değil, sadece eğlenmek için izleyin.. O yere göğe koyamadıkları ihracat artışının sanayiyi büyütmediğini yeni keşfetmiş televoleciler.. Büyümenin refah getirmediğine yeni uyanmışlar..İthalata dayalı ihracatın […]
Serdar Turgut’un televole olarak isim taktığı iktisatçıların, uzun zamandır yere göğe koyamadıkları IMF destekli ekonomi politikalarını, son haftalarda nasıl eleştirdiklerini izlemiyorsanız, çok şey kaçırıyorsunuz demektir. Kendilerine profesyonel iktisatçı diyenlerin sefaletine kızmak için değil, sadece eğlenmek için izleyin..
O yere göğe koyamadıkları ihracat artışının sanayiyi büyütmediğini yeni keşfetmiş televoleciler.. Büyümenin refah getirmediğine yeni uyanmışlar..İthalata dayalı ihracatın birçok işletmeye havlu attırdığını, küçük üreticinin mülksüzleşip işsizler ordusuna katıldığına yeni uyanıyorlar..Günaydın televole!!Günaydın!!
Oysa, bu ülkenin bağımsız iktisatçıları yıllardır izlenmekte olan IMF destekli sakat politikların bu ülkeyi yoksullaştırdığını, büyümenin yoksullaştıran bir büyüme, ihracatın yoksullaştıran bir ihracat olduğunu, ülkenin üretim eşiğinin hızla aşındırıldığını söyleye geldiler. Ama televolecilerin borazanlığını yapan televoleci medya bu sesleri duymazdan gelirken şimdi televolecilerin tornistanını gündeme taşımayı marifet sanıyor..
Düşük büyüme…
Geçelim..Televolecilerin yeni farkettikleri resesyon daha fazla hissedilmeye ve rakamlara yansımaya başlıyor. Pazartesi (12 Aralık) ilk 9 ayın milli gelir rakamları açıklanacak. Ama ondan önce açıklanan sanayi üretim verileri, sinyali çakıyor. Geçen yılın büyüme temposunun çok altında bir büyüme yaşanıyor.
Ne gösteriyor sanayinin nabzı?
Geçen yılın ilk dokuz ayında yüzde 11.7 olan üretim artış hızı bu yıl yüzde 4.5’ta kalmış.
Yılın üçüncü üç aylık döneminde sanayi üretim artışının yüzde 4.5’te kalması, DİE’nin 12 Aralık’ta açıklayacağı bu yılın aynı dönemine ilişkin GSMH büyüme oranının da yüzde 5’in az da olsa altında kalabileceğinin sinyalini veriyor aslında.
Sanayinin omurgası sayılan imalat sanayiinde kamu kesimi üretiminin yüzde 4.2 arttığı bu yılın üçüncü üç aylık döneminde özel sektörün üretimi yüzde 4.2 büyümüş… Toplam imalat sanayi üretim artışı ise yüzde 4.1 olarak gerçekleşmiş.
Sanayinin sürünen hali, haliyle büyümenin sürünmesi demek. Peki ne oldu o geçen yıl yüzde 10’a varan büyümesine? Ne olduğu belli. İç pazarda , ertelenmiş talep, tüketici kredileri, kredi kartı harcamaları ve tasarrufa bağlanmış birikimlerle eridi. Otomobilde, beyaz eşyada geçen yılın satışları yok. Peki ihracat? Orada da buğday var ama dane yok!..Ne demek? İhracat artış hızı yüzde 30 larda ama imalat sanayi hızı yüzde 4!..Yani ihracat treni bizim sanayimizi çekmiyor. Türkiye ürettiğini satmıyor. Peki ne satıyor? İthal ettiğini satıyor. Sanayici örtülü tüccar oldu, haberimiz yok.
Bu nokta önemli, açalım..
İhracatın ithalat bağımlılığı
Türkiye imalat sanayiinin ihracata dönük sektörlerinin giderek artan oranlarda ithalata, ithal girdilere bağımlı hale geldiği gözleniyor. Son dört yılda Türkiye’de ithalatın yüzde 72’si, ara-mallardan ve yüzde 81’i sanayi ürünlerinden oluşuyor ve ihraç ürünleri, giderek artan oranlarda ithal girdiler yoluyla dış dünyaya katma değer aktarıyor. Başta KİT’ler olmak üzere, geçmişte Türkiye imalat sanayiine girdi üreten ve sunan üretim kolları adım adım tasfiyeye uğratıldı; ihracat artışı, kullandığı dış girdilerle aslında dış dünyanın büyümesine katkı yaparak Türkiye imalat sanayiinin büyüme hızını aşağıya çekmeye devam ediyor.
2000-2004 döneminde ihracat yılda ortalama yüzde 19 artarken, imalat sanayideki büyüme yüzde 4’ten ibaret. İhracat artışı imalat sanayiini harekete geçirememiş. Neden? İthalata dayandığı için. İthalatı tetiklemiş..
İhracat giderek artan boyutlarda ithal girdilere bağımlı hale geliyor. Böylece ihracat artışları, ulusal ekonomiye değil, Türkiye’ye girdi satan dış dünyaya bir büyüme ivmesi taşıyor.
Bu işin bedelini ise çoğunluğu KOBİ’lerden oluşan ara-mal üreticileri ve yan sanayii çekiyor.
İhracatın ithalata artan bağımlılığına katkı yapan bir politika öğesi olarak ”dahilde işleme rejimi” adını taşıyan teşvik sistemi, ihracatın ana eksenini oluşturuyor. Bu sistem, yurtiçinde işleyerek belli bir süre içinde ihraç etmek şartıyla, sanayicilerin gümrüksüz ithalat yapmalarına imkân veriyor. Sistemin ana özelliklerinin satırbaşları şöyle: (*)
Toplam ihracatın yüzde 55’i, ”dahilde işleme rejimi” ne girmektedir ve daha da önemlisi, bu amaçla yapılan gümrüksüz ithalatın, teşvikli ihracata oranı, zaman içinde artarak ortalamada üçte ikiyi , bazı sektörlerde yüzde 75’i geçmiştir.
2004 yılında 63 milyar doları bulan ihracatın yüzde 53’üne yakını dahilde işlem rejimi çerçevesinde yapıldı. Bu yolla yapılan ihracat, 22 milyar dolarlık bir ithal girdi kullandı.
İhracatta katma değeri düşük sektörlerin payındaki artış dikkat çekiyor. Her 100 dolarlık sanayi ürünü ihracatı için yapılması gereken ithalat tutarı, 1996 yılında 56 dolar iken 2004 yılında 66.5 doları aştı..
TL değer kazandıkça dövizle ihraç edilen malların da, ithal malların da TL cinsinden fiyatı düşüyor. Aşırı değerli TL’nin baskısı ile ihracata dönük sanayii, kârını korumak ve ihracatı sürdürmek için yerli girdiyi düşürüp ithal girdi kullanma yolunu seçiyor. Özellikle kayıtlı istihdama sahip büyük işyerleri üretimde, yerli işgücünün yerine ithal makine, yerli ara malı yerine ithal ara malı kullanarak, maliyetlerini rekabetçi bir seviyeye çıkarmayı deniyor. Ancak bu sayede ihracat artmaya devam ediyor.
Bedel ağır…
Sanayi rekabet gücünü bu şekilde korumaya zorlayan ortamın ekonomiye önemli maliyetleri var: Hızla artan ithalat, yerinde sayan reel ücretler ve artmayan istihdam…
Nitekim, ihracat için yapılan üretimde ithal girdinin payının yüzde 66.5’e kadar çıktığını ve ithalat faturasının hızla kabardığını gözlemliyoruz.
Öte yandan, birim üretim daha az istihdam ile artırılırken reel ücretlerin gerilediği gözlemleniyor. 1997 yılı baz(100) alındığında verimlilik endeksinin 2001’de 113.2 olan seviyesinden 2004’te 144.8’e kadar yükseldiğini görüyoruz.
İmalat sanayiinde üretim 2000-2004 döneminde yüzde 20 arttı ancak aynı üretim yüzde 5 daha az istihdamla gerçekleştirildi. Üretim endeksi 2000’den 2004’e yüzde 20 artış gösterirken çalışan endeksinde artış bir yana, yüzde 4.7 azalma görünüyor.
Verimlilikte sağlanan bu artışa karşılık kişi başına katma değeri yükselten ücretlilerin reel gelirlerinin gerilemiş olması da, Türkiye’nin ihracatının rekabet gücünü nereden bulduğu sorusunun yanıtını oluşturuyor: Daha az istihdam ve daha az reel ücret ile pazar bulmak..Bu arada daralan istihdamın yerini çoğu Çin, Hindistan kökenli ithal girdiler dolduruyor. Bu ”ikame” olgusu, imalat sanayiinin tümünde emek verimliliğini arttırmış görünüyor. Ancak bu, teknik ilerleme, teknolojik atılım yoluyla sağlanan dinamik, kalıcı bir verim artışı değildir. Türk ihracatçılara ucuz girdi sağlayan Asyalıların emeği, Türkiye’deki emekçilerin emeğinin yerine geçiyor. Yani istihdamı baskı altında tutarak, belli konjonktürlerde işsizlik yaratarak sağlanan çarpık, fırsatçı bir verim artışından söz ediyoruz.
Payı toplam ihracatın yüzde 55’ine ulaşan dahili işlem rejimi ile yapılan ihracatın, ihracatçı birliklerine göre dağılımı, ilk sırada metal sanayicilerinin yer aldığını, ikinci sırayı otomotivcilerin üçüncü sırayı da konfeksiyoncular