İçinden geçtiğimiz dönemde IMF programlarını hızla uygulamaya koyan AKP hükümeti, emekçileri gün be gün yoksulluğa ve sefalete büyük bir hızla sürüklerken bir yandan da demokratikleşme söylemlerinin gerisine gizlediği gerici faşist yüzünü son dönemlerde emekçilerin her türlü hak alma eylemlerine takındığı zorba ve baskıcı tutumla iyice açığa çıkarmaktadır. AB şampiyonluğunu kimseye kaptırmayan AKP hükümeti, diğer yandan […]
İçinden geçtiğimiz dönemde IMF programlarını hızla uygulamaya koyan AKP hükümeti, emekçileri gün be gün yoksulluğa ve sefalete büyük bir hızla sürüklerken bir yandan da demokratikleşme söylemlerinin gerisine gizlediği gerici faşist yüzünü son dönemlerde emekçilerin her türlü hak alma eylemlerine takındığı zorba ve baskıcı tutumla iyice açığa çıkarmaktadır. AB şampiyonluğunu kimseye kaptırmayan AKP hükümeti, diğer yandan çizdiği ‘kırmızı sokaklarda’ içki içenleri ‘kızıl’ renkle halka teşhir ederek içki yasağı gibi gerici uygulamasını yürütürken bile geleneksel antikomünist refleksini açık etmekten de geri durmayarak İslamcı-faşist kimliğine devam etmektedir.
Şemdinli’de kendini açık eden sermaye düzeni, uyguladığı neo liberal politikalarla önümüzdeki yıl için hazırladığı bütçe ve çıkarmayı düşündüğü IMF yasaları ile sürdürmek istemektedir. AKP hükümeti emperyalizmin ve sermayenin amansız savunucusu olduğunu, hazırladığı bütçe tasarısı ile bir kez daha gösterdi. Bununla iktidar, başta asgari ücretliler olmak üzere tüm çalışan kesimleri, emekçi halkı açlığa ve yoksulluğa terk etmek isteyerek, kimden yana olduğunu açıkça gösterdi. Asgari ücreti belirlerken kılı kırk yaran hükümet halk karşıtı yasalardaki aceleciği ile adata kısa mesafe koşu şampiyonu kesilmektedir.
Bütün bunlar olup biterken emek örgütleri ve emek yanlısı güçler DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin ‘Demokratik Türkiye, Halk İçin Bütçe’ çağrısıyla 17 Aralıkta on binlerce kişi Ankara’da buluştu. Ankara sokaklarını dolduran kitleler taleplerinin yanı sıra öfkelerini de yüksek sesle haykırdılar. Bunu hükümetin ne kadar ciddiye alacağı bilinmez ancak bilinmesi gereken bir şey varsa o da iktidarın IMF programının uygulanmasındaki kararlılığıdır. Hükümetin bu kararlılığı emek örgütlerinin alışılagelmiş protesto eylemleri ve küçük inatlaşmalarıyla engellenmeyeceği ayan beyan ortada.
Bu bağlamda 17 Aralık mitinginin öncesine bakıldığında, yapılan eylem hazırlıklarıyla ‘çarşambanın gelişi perşembeden belli’ olmuştur. Kasım başında kamu kurumlarının bütçeleri meclis alt komisyonlarında görüşülmeye başlanmış ancak bu sürede özellikle KESK’in ciddi hiçbir eylemi olmamıştır. İktidarın uyguladığı mali politikalardaki açık sermaye yanlısı tutumlarından olan kurumlar vergisi indirimi yapılırken başta asgari ücretliler olmak üzere çalışan kesimin vergilerinin olduğu gibi kalması karşısında, başta KESK ve Eğitim Sen’le birlikte diğer emek örgütler takındıkları tutumla ‘üç maymunu’ aratmadılar. Yine hükümetin politikalarının mihenk taşlarından biri olan bütçe gibi toplumun tüm kesimlerini ilgilendiren bu olgu, yasak savarcasına bir mitingle, her şeyin görüşülüp netleştirilerek meclise getirildiği son noktanın konulmasına bırakılmıştır.
Bunu bir mitingle geçiştirme yolunu seçen KESK kendi içinde bütünlüklü davranmayarak bu süreci neredeyse heba etmiştir. Kasım ayı salt Eğitim Sen’in kendi özel gündemiyle yürüttüğü eylem programının dışında boş geçirilmiştir. Tabi bu durum gerek KESK gerekse de Eğitim Sen açısından ele alınıp değerlendirilmesi gereken ve kendi içinde sorularla dolu bir süreç olmuştur. Geçen Kasım ayında KESK takınmış olduğu tutumla neredeyse Eğitim Sen’le hükümet arasında sıkışıp kalmıştır.
Eğitim Sen eylemi çeşitli yönleriyle değerlendirilmiş, ancak KESK’in eylem takviminin bu süreçte ilan edilmemiş ya da söylendiği gibi Eğitim Sen tarafından akamete uğramış olması hem emekçiler hem de KESK örgütlülüğü açısından düşündürücüdür. Devrimci Öğretmen, bunu Eğitim Sen ‘Büyük Eğitimci Yürüyüşü’ eylem programı açıklandığında sendikanın çeşitli organlarında, toplantılarda ve yazılarda defalarca dile getirmiştir. Devrimci Öğretmen içinden geçtiğimiz sürecin bütünlüklü bir mücadeleyi gerektirdiğini, kesimsel mücadelenin sonuç alıcı olmadığını, ayrıca genel mücadelenin önünü tıkayacağını özellikle belirtmiştir. Ancak bütün bunlara her zamanki vurdumduymazlığı ile yaklaşan Eğitim Sen genel merkez yönetimleri ve onların izdüşümleri olan kimi şube yönetimleri kulak tıkayarak yok saymışlardır.
Bu gün mitinge katılanların büyük bir bölümünün eğitim emekçileri olması, tek başına mitingin yapılmış olması KESK’in mücadelesinin önünü açtığını göstermesi açısından açıklayıcı değildir. Çünkü eylemin büyüklüğü tek başına katılımla değil bunun yarattığı etki gücü, farklı eylemlerin yapılması ve bunlardan bir sonucun alınmasına bağlıdır. Kaldı ki mitinge Eğitim Sen katılımının fazla olmasında ‘Büyük Eğitimci’ yürüyüşünde başta Devrimci Öğretmenler olmak üzere tüm devrimci, öncü militan eğitim emekçilerinin yollarda kurulan barikatların karşısında göstermiş oldukları kararlı tutumlarıdır.
Ancak bütçe sürecinin bir tek eylemle geçiştirilmesi, başka eylemlerin( tabi ki sonuç alıcı eylemler) olmaması dönemin özelliklerinin emek örgütleri tarafından kavranamamış olduğunu göstermektedir. Oysa içinden geçtiğimiz dönem IMF programını eksiksiz yürütmek isteyen AKP hükümetinin tüm emekçilerin her türlü kazanılmış haklarını geri almaya çalıştığı, bunun içinde, basit protesto eylemlerinin yapmak istediklerine engel olmadığını düşünerek bu tür eylemlere kulak tıkamaktadır. Üstelik bu tür eylemler, AB sürecinde ‘ülkenin demokratikleşmesine’ iktidar açısından önemli katkılar sunmaktadır. Öyle ki, her türlü fiili eylemi şiddetle bastırma yoluna giden hükümet muhalefetin hareket alanını copla, panzerle, gaz bombasıyla çizerek emek örgütlerini adeta, miting vb. gibi alanlara hapsetmek istemektedir.
Bu gün temel bir insan hakkı olan eğitimin özelleştirilmesine ve eğitim emekçilerinin sözleşmeli köleler haline getirilmesine, çıkarılması planlanan GSS, Sosyal Güvenlik ve Personel Rejimi Yasalarına karşı mücadele edebilecek etkin bir sendika; liberal ve ulusalcı kanatlarda saflaşmakta olan egemenlerin her iki kanadı tarafından da istenmemektedir. Egemenlerin bize sunmak istedikleri hayatta; uygulanan neo-liberal politikaların sonunda ülkemizde yaşanacak ekonomik ve sosyal çöküntünün karşısında suskun, örgütsüz ve sahipsiz bir toplum hesapları yatıyor.
İçinden geçilen dönemi her türlü fiili, meşru mücadele biçimleriyle aşılabileceği gerçeğinden hareketle emek örgütleri (ve Eğitim Sen) bir mücadele programı oluşturarak aşabilirler. IMF’ci olan önceki hükümetlerin devamı niteliğindeki AKP hükümeti uluslar arası emperyalist kurumlara verdiği kamusal alanın yıkımı ve sosyal devletin tasfiyesi sözü tutmak için ‘Sosyal Güvenlik yasası’, ‘GSS’ ve ‘Kamu Personeli Rejimi Yasası’nı da çıkarmayı planlamaktadır. İktidarın gerek hazırladığı bütçe gerekse de yeni yılın hemen başlarında çıkarmayı planladığı, Genel Sağlık Sigortası(GSS) ile Sosyal Güvenlik Yasalarına karşı en etkili ve sonuç alıcı eylemleri tüm emek güçlerini kapsayacak bir planla örgütlemeye başlanmalıdır.
Sermayenin, “sağlıkta dönüşüm” adı altında çıkarmayı planladığı GSS(genel sağlık sigortası)’na karşı, başta tüm emek örgütleri olmak üzere, halkın tamamını mücadeleye katmak gerekir. Bununla ilgili her türlü meşru eylem biçimleri denenmelidir. Öncelikle bu sorunu sağlık bakanlığı ve hükümetle emek örgütleri arasına sıkıştırmayıp bir bütün olarak parlamentoyu hedefleyen biçimde ele almak gerekir. Bu bağlamda ülkedeki öncelikle yerellerde emek dinamiklerini harekete geçirerek, o bölgenin meclise gönderdiği milletvekil
lerinin çağrılı olduğu toplantılar düzenlenmelidir. Bu toplantılar, içinde taleplerin ve bunların karşılanmadığında da yapılacakların olduğu bir ‘halk deklarasyonun’ bildirildiği biçimlerde ele alınıp oluşturulmalıdır. Ülke genelinde tüm illerde izlenilecek bu tutum tüm halkın aşağıdan yukarı doğru mücadele sürecine katılımını hedeflemelidir. Bu konuda alınacak her türlü eylem kararında fiili, meşru ve militan biçimleri öne çıkarılmalı, kitlenin karar alma süreçlerine katılımı sağlanmalıdır.
Artık, ülkemizde halkın gözünde meşruluğu tartışılır bir iktidara sahip her hükümet, bir öncekine oranla daha fazla IMF’nin yüzünü güldüren ve yıkımı hızlandıran bir görev üstlenmektedir. Bu durum, tüm emekçilerin yıkımın eşiğinde olduğu anlamına gelmektedir. Genelde kamu çalışanları, özelde eğitim emekçileri örgütlülüğü içinde, bu yıkımı durdurabilecek devrimci bir yenilenmeye ve bu doğrultuda bir mücadeleye olan ihtiyaç yakıcı hale gelmiştir.
Bugün sermayenin emeğe karşı sürdürdüğü çok yönlü bir saldırı vardır. Temelinde emek-sermaye çelişkisinden kaynaklı bu tek yönlü saldırı ancak tepeden tırnağa yenilenmiş bir sendikal örgütlenmeyle bertaraf edilebilir. Bu gün emek hareketinin önemli bir aracı olan sendikalar, mevcut koşullardan kaynaklı olarak içine düştükleri olumsuzluklar bir kriz saptamasını yapacak denli boğucu bir atmosferi solumaktadır.
Ülkemizdeki mevcut sendikal yapılanmaların, yeni bir anlayışla kendilerini inşa edecek bir sürece girmeleri bir zorunluluk haline gelmiştir. Eğitim emekçileri sendikalarını yeniden inşa etmelidir. Bu ise öncelikle sınıfın bütünsel örgütlenmesi ilkesine uygun olmalıdır. Örgütlenme, mücadele hedefleri saptanırken, iş yeri, iş kolu ayrımının ötesinde genel hedeflerin belirlenmesi ve buna uygun araçların yaratılması gerekir. Bu ise, ‘yeni bir örgütlenme’ ve ‘yeni bir sendikal anlayışın’ yaşama geçirilmesidir.
Eğitim Sen birkaç genel kuruldur almış olduğu program ve tüzük kurultayı kararını uygulamak üzere nihayet bir takvim yayınladı. Önümüzdeki yılın Haziran ayı sonunda yapılacak program ve tüzük kurultayı eğitim emekçilerinin örgütlenme ve mücadele açısından önem taşımaktadır. Program ve tüzük kurultayı, örgütün yenilendiği, içinden geçtiği dönemi kavrayan içerikte hak alma örgütü olarak yeniden inşa edildiği bir süreç olarak kavranmalıdır. Bu süreç basit bir tüzük değişikliğinin ötesinde sendikanın gerek örgütlenme ve gerekse de mücadele anlayışı olarak kendini baştan aşağı yeniden tanımladığı bir biçimde ele alınmalıdır.
Program ve tüzük kurultayı ile önümüzdeki dönemde Eğitim Sen’i, sendikal hareketin neo-liberal politikalarıyla doğrudan ve cepheden hesaplaşacak bir çizgiye yönelmesini sağlayacak yapıya dönüştürme hedeflenmelidir. Başta Devrimci Öğretmen olmak üzere tüm Eğitim Sen üyeleri, bu görev ve sorumluluğun gerektirdiği mücadele kararlılığı ve hassasiyetiyle davranmalıdır. Devrimci Öğretmenle birlikte tüm Eğitim Sen’liler, eğitim emekçilerinin biricik örgütü olan Eğitim Sen’i, toplumsal muhalefetin en diri unsuru olacak biçimde devrimci bir tarzla yeniden yapılandırarak,neo liberal saldırılara karşı koymak gibi temel bir görevle karşı karşıyadır.
DEVRİMCİ ÖĞRETMEN