8 Kasım 2005, Karayipler’deki ada ülkesi Küba için oldukça önemli bir tarihti. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulunda, 1992’den beri yapılagelen, “46 yıldır ABD tarafından Küba’ya uygulanan ekonomik, ticari ve mali ablukanın sonlandırılması” konulu toplantı ve oylama, 14. kez gerçekleşti. Bu oylamanın, yıllardır olduğu gibi, bu yıl da hiç bir hukuki yaptırımı olamadı. Ancak BM Genel […]
8 Kasım 2005, Karayipler’deki ada ülkesi Küba için oldukça önemli bir tarihti. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulunda, 1992’den beri yapılagelen, “46 yıldır ABD tarafından Küba’ya uygulanan ekonomik, ticari ve mali ablukanın sonlandırılması” konulu toplantı ve oylama, 14. kez gerçekleşti. Bu oylamanın, yıllardır olduğu gibi, bu yıl da hiç bir hukuki yaptırımı olamadı. Ancak BM Genel Kurulunda, her gün, 182 ülkenin ABD aleyhinde oy kullanmasının mümkün olamayacağı gerçeğinden yola çıkılarak, bu davanın haklılığının yeniden hatırlatılması ve bir karşı duruşun gösterilebilmesi için önemli bir fırsattı.
191 üyeli BM’de, yapılan oylamanın sonuçlarına ilişkin dağılım aşağıdaki gibi oldu.
Tasarıya destek veren lehte oylar 182,
Aleyte oylar 4 (ABD, İsrail, Marshall Adaları, Palau),
Çekimser oylar 1 (Mikronesya),
Katılmayan ülkeler 4 (Nikaragua, El Salvador, Fas, Irak)
Zaten, İsrail genellikle ABD politikalarına, her fırsatta, destek oluyor. Pasifik’te bulunan öteki iki küçük ada ülkesiyse bütçelerini ABD’den alıyorlar.
Ambargo’nun tarihsel geçmişine bakıldığında, 3 Şubat 1962’de başlayan abluka, Amerika Devlet Dairesi Müsteşarı Lester D. Mallory’inin şu özdeyişiyle anlamlandırılabilir.
“… Yurtiçindeki desteği ortadan kaldırmanın tek yolu, ekonomik güçlüklere ve memnuniyetsizliklere dayalı umutsuzluk ve başarının büyüsünün bozulmasından geçmektedir. Hükümetin devrilmesini sağlamak, umutsuzluk ve açlığı ortaya çıkarmak için, en kısa sürede mümkün olan her yola başvurulmalıdır.”
İnsanlık tarihinin şimdiye dek gördüğü en acımasız ve uzun bu ablukası, bir ülkenin bir başka ülkeye uyguladığı ekonomik bir savaştır; kendi toprakları dışındaki yasalara müdahale eden bir karaktere sahiptir; daha da önemlisi, bütün dünya ülkelerinin vatandaşları ve şirketlerine, Toricelli (1992) ve Helms-Burton (1996) yasalarıyla sistemleştirilmiş bir etkiyle, Amerikan yasalarını yasadışı yollarla uygulatmaktadır. Bu ambargo, son yıllarda Bush rejiminin aldığı kararlarla daha da ağırlaşmıştır.
Örneğin, Toricelli kanunu, üçüncü dünya ülkelerinde olup da Amerikan şirketleriyle çalışan şirketlerin Küba’yla ticaretini yasaklamaktadır. Amersham tarafından satın alınan İsveç şirketi Pharmacia, kanser aşısı gibi teşhis ve tedavi araçları üreten ve geliştiren, Biyoteknoloji alanındaki bilimsel araştırma merkezlerine üretim ve teknoloji sağlayan bir şirketti. Daha sonra, Amersham, bir Amerikan şirketi olan General Electric tarafından alındı. Alım işleminin hemen ardından Amersham’a, Küba’daki ofisini kapatması ve adayla yapılmış mevcut tüm sözleşmelerin feshedilmesi için yalnızca bir hafta süre tanındı.
Örnekleri artırmak mümkün: ABD Hükümeti, Küba’nın turizm, havale ve ticari satışlarından yasal olarak kazandığı parayı üçüncü ülkelerin bankaları aracılığıyla hesaba yatırılmasını, diğer bir para birimine dönüştürülmesini veya transferini engellemek üzere bir kampanya yürütmektedir. Bu kampanya çerçevesinde, ABD Federal Rezerv’i, İsviçre’nin ve dünyanın en büyük bankalarından UBS AG’yi, Küba’nın ticari ve turistik para transferlerine verdiği destekten dolayı, 100 Milyon dolar cezaya çarptırdı.
35 yılı aşkın bir süredir MEDICUBA şirketiyle çalışan ve kandaki gaz analizleri için hastanelerdeki yoğun bakım ünitelerinde kullanılan ekipmanları üreten Gaz ölçer üreticisi, Danimarkalı RADIOMETER şirketi, bir Amerikan şirketi “DONAHER” tarafından alınınca, 2004 yılında, Havana’daki şubesini kapatmaya zorlandı.
Japonya ürettiği arabalarda Küba’dan aldığı nikel’i kullanamıyor, çünkü bu durumda, arabaları ABD’ye ihraç edemiyor; Türkiye, Küba’dan şeker alıp bu şekerle yaptığı tatlıları, tütün alıp ürettiği sigara ve puroyu ABD’ye satamıyor.
47 yıllık ambargonun Küba’da yarattığı ekonomik kayıpsa 82 milyar dolar civarında.
Yukarıdakilere benzeyen daha onlarca örnekten yapılan çıkarımlarsa şöyle: ABD temelli birçok şirket, çıkarılan kanunlarla, istemedikleri halde, bu ambargoya katılmak zorunda bırakılırken, Küba’yla ticaret yapan başka ülkelerin şirketleri de, bu tekeller tarafından satın alındıkça, Küba ile olan ticari ilişkilerini sonlandırmak zorunda kalıyorlar.
Bu tekelleşme/kartelleşmedeki gidişat, yalnızca Küba için değil, bütün dünya devletleri için, giderek tehditkâr bir model oluşturuyor. Küba’ya uygulanan ambargonun göstergeleri, ekonomik kaygılar göz önüne alınarak, ulusal sermayelerini, değerlerini, fabrikalarını, haberleşme altyapılarını kısaca ülkelerinin atardamarlarını başkalarının inisiyatifine “kontrolsüzce” bırakan, “bağımsızlığın bir karakter” olduğunu unutan ülkeler, önce kendi başlarına sonra da dolaylı olarak başka ülkelerin başlarına neler gelebileceğinin, iyi bir örneğidir.
11 Kasım 2005’te Ankara’da Küba Büyükelçiliği’nde, Sayın Büyükelçi Ernesto Gomez Abascal tarafından yapılan basın toplantısında, Türkiye’nin bütün basın kuruluşlarına yapılan çağrıya yanıt verip, toplantıya katılan yalnızca 2 yerel televizyon kanalı, 3 gazete muhabiri ve 1 bağımsız araştırmacı vardı. Ne yazık ki, Küba’nın bu davası, basınımızın pek ilgisini çekmemişti.
Büyükelçi Abascal’ın, Abluka’nın etkilerini anlatırken satır aralarında söylediği çok önemli bir bilgi daha vardı. Karayipler’in bu adası, Pakistan’daki depreme 400 civarında doktor ve sağlık personeli göndermişti; bu sayı uluslararası topluluk tarafından gönderilen doktor sayısından çok daha fazla. Pakistan’a giden doktorları taşıyan uçaklar, İstanbul’dan transit geçiş yapmış; bu insani yardıma, ülkemiz de hava sahasını açarak, kolaylık sağlamıştır. Toplantının yapıldığı tarih itibarıyla, 7. uçak Küba’dan gelerek, İstanbul üzerinden Pakistan’a geçmiş, doktor sayısı 700’e, yapılan cerrahi müdahale 2000’e ulaşmıştı. Ambargo’nun hayatı zorlaştıran şartlarına rağmen, Küba yıllardır özellikle Afrika ve Latin Amerika olmak üzere, Üçüncü Dünya ülkelerine, para almaksızın çalışmak üzere, binlerce doktor göndermekten de geri kalmıyor..
Daha önce, Suriye’de ve Irak’ta görev yapmış, Büyükelçi Abascal, Türkiye’nin BM’de yapılan bütün oylamalarda Küba lehine, ABD aleyhine oy kullandığını, yalnızca siyasi olarak değil, kültürel, ekonomik ve ticari olarak da, çok büyük hacimlerde olmasa da her iki ülkenin işbirliği içinde olduğunu da aktarmıştır.
Küba, bir yanda ulusal sistemini yıkmaya ve değiştirmeye yönelik bu ekonomik savaşa direniyor, öte yanda da içine kapanmak yerine uluslararası kurallara, hukuka uygun onurlu davranış biçimleri gösteriyor. Bu haliyle de iyi bir örnek oluşturuyor.
Cüneyt Göksu