Bush ‘u, toplumsal, siyasi tabanının çatırdamaya başladığını göstermeye çalışmış, böyle durumlarda, liderlerin, inisiyatifi yeniden ele geçirmek için dışarıda yeni maceralara atıldıklarına dikkat çekmiştim. Geçen hafta, National Endowment for Democracy vakfında yaptığı konuşma, Bush’un ikinci yolu seçebileceğini düşündürüyordu. Hâlâ 2001’de yaşamak… The New York Times, Bush’un konuşmasının ”bugünün gerçek sorunlarından korkutucu biçimde uzak olduğunu” vurguladıktan sonra, […]
Bush ‘u, toplumsal, siyasi tabanının çatırdamaya başladığını göstermeye çalışmış, böyle durumlarda, liderlerin, inisiyatifi yeniden ele geçirmek için dışarıda yeni maceralara atıldıklarına dikkat çekmiştim. Geçen hafta, National Endowment for Democracy vakfında yaptığı konuşma, Bush’un ikinci yolu seçebileceğini düşündürüyordu.
Hâlâ 2001’de yaşamak…
The New York Times, Bush’un konuşmasının ”bugünün gerçek sorunlarından korkutucu biçimde uzak olduğunu” vurguladıktan sonra, Bush’u ”hâlâ 2001 dünyasında yaşamakla” suçluyordu: Bush tüm söylemini salt ”terorizme karşı savaş üzerinden kuruyordu” . Aslında Bush, konuşmasında daha ileri gitti. Newsweek’ten Fred Kaplan ‘ın, ”zavallı ve moral bozucu” olarak nitelediği konuşma, hedefi büyüttü, ”terorizme karşı savaşla” , komünizm ve faşizme karşı savaş arasında paralellikler kurdu. Şimdi artık ”İslamofaşizme (bu kavrama giderek daha çok rastlıyoruz- E.Y. ) karşı özgürlük” savaşı söz konusu.
Bush ”Savaş zafere kadar sürecektir” dedi. ”Zaferin” ne anlama geldiğini söylemedi, ama savaşın ne yönde ilerleyeceğine ilişkin kimi ipuçları verdi. Örneğin, hiçbir ”ülkenin teröristlerin eline geçmesine izin verilemezdi” . Öyleyse şimdi artık, Ortadoğu’da ”demokrasi olmuyor, bari İslamofaşizmi engelleyelim” noktasındayız. Konuşmada Suriye ve İran’ın adı öne çıktı. Bush bunları ”yasadışı” ülkeler olarak niteliyor; ”teröristlerle terorizme yardım edenler arasında hiçbir fark gözetmeyeceklerini” vurguluyordu. Bu Bush İran’a yönelik, Irak savaşı öncesi suçlamaları tekrarlayan bir dil kullanmaya başlarken İngiltere Başbakanı Blair İran’ı, Irak’taki direnişe yardım etmekle suçluyordu.
Konuşmaya, Irak savaşı sonrası gelişmelerin ışığında bakınca, birkaç sonuç daha çıkarmak olanaklı. Örneğin Büyük Ortadoğu Projesi ‘nin artık yaldızları soyuldu; hakiki içeriği, ABD için Güneybatı Asya’yı da içine alan bir ”Lebenstraum” (yaşam alanı-etki alanı) oluşturma projesi, Prof. Bennet ‘in ”Çatlak ve Çekirdek” tezindeki, çatlağın gerektiğinde zorla kapatılması tezi ortaya çıktı: ”Terorizme karşı savaş” , yalnızca ”İslamofaşizmi” değil, ”yasadışı” olarak tanımlanan tüm devletlerin, ulusalcı girişimlerin imha edilmesi planını gizlemek için kullanılan bir metafordan ( Susan Sontag ‘ı anarak) başka bir şey değildi.
Suriye ve İran
Bush’un konuşması, ABD’nin Suriye ve İran’ı Lebenstraum’a zorla ilhak etmeye hazırlandığını gösteriyor. Şimdi büyük soru şu: Önce hangisi?
Suriye, askeri ve ekonomik olarak zayıf; kolay bir hedef. ABD çevrelerine yakın The Daily Telegraph, Bush yönetiminin bir rejim değişikliği için düğmeye bastığını yazdı (03/10), Stratfor, Bush’un Milli Güvenlik Konseyi’nin, Irak’a geçiş yolu oluşturan kimi Suriye köylerini bombalamayı konuştuğunu bildiriyor (05/10). Haaretz (İsrail), Bush yönetiminin İsrail’den, Beşir Esad’ ın yerine bir aday önermesini istediğini ileri sürdü (03/10). Bir hafta sonra Financial Times, aynı duyumu yineledi. Suriye’nin cepheden bir ABD saldırısına dayanması olanaklı değil. Ancak, cevap vermek için İsrail’e saldırabilir. Baas partisi de Irak savaşından aldığı derslerle daha etkin bir direniş sergileyebilir. Ayrıca Suriye’ye saldırı Lübnan’da Hizbullah’ı da savaşın içine çeker.
Geçen iki yıl boyunca Irak’ın Şii bölgesinde stratejik etkisini arttıran İran çok daha zor hedef. Üstelik, Rusya, Çin ve Almanya gibi dostları da var. Bu yüzden ABD’nin askeri ve diplomatik açıdan çok daha kapsamlı hazırlıklar yapması, Uluslararası Enerji Ajansı’nın kasım toplantısını kullanarak BM’den İran’a karşı bir karar çıkartmayı denemesi gerekiyor. Rumsfeld ‘in, Kırgızistan ve Azerbaycan gezileri, gezinin ardından NATO Avrupa Kuvvetleri Komutanı General James Jones ‘un Azerbaycan’ın Hazar kıyılarında (İran’a yönelik bir saldırı için ideal platformda) askeri üsler kurmayı planladıklarını açıklaması (The Asia Times), Pentagon’un STACOM’dan taktik nükleer silahlar kullanmaya yönelik planlama talep etmesi de bu bağlamda anlamlı. Acaba, EUCOM ve CENTCOM temsilcilerinin Türkiye ziyaretlerini, uluslararası danışmanlık konseyinde, James Woolsey, John Deutch gibi eski CIA başkanları, Yoram Hessel gibi MOSSAD subayları, eski İngiltere Birleşik İstihbarat Komitesi Başkanı Pauline Neville-Jones ve emekli ABD hava generalleri bulunan Intelligence Summit’in web sitesine konan ”Türkiye NATO’nun Karadeniz güvenliğini üstlenmesine izin vermelidir” (07/10) başlıklı yorumu da bu bağlamda değerlendirebilir miyiz?
Ancak İran da bir saldırı karşısında, karada bir direnişe ek olarak, Irak’taki etkisini kullanır, elindeki füzelerle denizdeki dev petrol tankerlerini vurabilir, hatta körfezi tümüyle kapatarak uluslararası petrol piyasalarını ve dünya ekonomisini allak bullak edebilir.
Pazartesi yazımda, işte bunları düşünerek, Yunan mitolojisindeki ”Tanrılar, kahredecekleri insanları önce çılgınca işlere sürüklermiş” özdeyişini anımsatmıştım. Brzezinski de Los Angeles Times’da pazar günü yayımlanan yorumunda, Bush yönetimi için, tarihçi Arnold Toynbee ‘ye atıfla, ”intihara eğilimli devlet makinesi” nitelemesini kullanıyordu…
Bu yazı Cumhuriyet Gazetesinin 12.10.2005 tarihli sayısında yayınlanmıştır.
ergin.yildizoglu@gmail.com