Venezuella’dan, Uruguay’dan, Bolivya’dan söz ediliyor. Bolivya, aylardır sözü edilen ve hatta pek çoklarınca ya bir işçi iktidarı ya da faşizmle nihayetlenmesi muhtemel olan bir ayaklanma beklentisiyle söz ettiriyor isminden. Toplumsal hareketin farklı bileşenlerinin afiş ve yazılarında “Bolivya Devrimi” ifadesi yer alıyor daima. Bazen hafif tebessüm ve kinayelere de konu olmuyor değil bu “devrim”. Zira Bolivyalı […]
Venezuella’dan, Uruguay’dan, Bolivya’dan söz ediliyor. Bolivya, aylardır sözü edilen ve hatta pek çoklarınca ya bir işçi iktidarı ya da faşizmle nihayetlenmesi muhtemel olan bir ayaklanma beklentisiyle söz ettiriyor isminden. Toplumsal hareketin farklı bileşenlerinin afiş ve yazılarında “Bolivya Devrimi” ifadesi yer alıyor daima. Bazen hafif tebessüm ve kinayelere de konu olmuyor değil bu “devrim”. Zira Bolivyalı işçi sendikaları daha aylar öncesinden, 2 Mayıs 2004 randevusu kesmişler, şayet o tarihe kadar hükûmet tüm liberal uygulamaları kökten bir biçimde sonlandırmazsa siyasal iktidarı alaşağı edeceklerini ilân buyurmuşlardı. Yolların kesilmesi, fabrikalara el konması ve yönetimin işçi temsilcilerine devredilmesiydi sözü edilen; ne ki verilen mühlet bir türlü dolmak bilmedi ve kısmî ölçekli iş bırakmalar müstesna, pek bir yaprak da yerinden oynamadı (en azından bu yazının yazıldığı saate kadar). Venezuella ise Chavez hükûmetine tamam veya devam denecek referandum üzerinden girmişti gündeme. ABD ve patronların oyunları da, Chavez’in inadı da devam etti sandık başı vaktinin geldiği ana değin. Ve nihâyet günü geldi, sandıklar açıldı ve Venezuella halkının tavrını yola Chavez’le beraber devam etmekten yana koyduğu açıklandı. Uruguay ise, yine bir seçim vesilesiyle alıyor gündemdeki yerini; ve Chavez’le dayanışanların kaleminden çıkma yazılar, Ekim sonundaki seçimlerde oyların Frente Amplio’dan yana kullanılmasını istiyor. Tabare Vasquez sözcülüğündeki Geniş Cephe, yalnızca Uruguay’ın değil, Arjantin’in ve hatta tüm kıtanın da gündeminde.
Chavez gerilim dozu yüksek bir yarışın sonunda çıktı sandıktan. Seçimle iktidara gelen ve ABD marifeti darbeyle indirildikten sonra oluşan kamuoyu basıncı neticesi koltuğuna yeniden dönen Venezuellalı örneğini pek az siyasetçisinin sunduğu bir biçimde kendi icraatlarını referanduma sunabilme cesaretini göstermiş ve çıkar lobilerinin aleyhte kampanyalarına karşın başarı ipini göğüslemişti. Gerilimli Venezuella’nın aksine Uruguay’daysa tam bir sükûnet ikliminde yaşanıyor hayat. Zira hemen her kesim sandıktan zaferle çıkacak olanın Frente Amplio olduğu görüşünde birleşiyor. Sandıktan Frente Amplio çıkacak büyük ihtimalle…-ama ya sonrası? Uruguay işte tam da bunu konuşuyor. Cephe hükûmetinin ülkeye ikinci bir “PT Brezilyası” tecrübesi yaşatması yalnızca radikal sol çevrelerin endişesi değil, sosyal-liberallerin de bir beklentisi aynı zamanda. Ekvador ve Brezilya başta olmak üzere 2002 sonrası dönemde yaşanan tecrübeler herkes tarafından dikkate alınıyor.
Frente Amplio yandaş ve kadrolarını esas olarak sosyalist çizgilerin temsilcileri oluşturmakla beraber Tupamarolar gibi yerel geleneklerden beslenen radikal akımlar ve bazı tarihsel sebeplerden ötürü Uruguay’da esas olarak sosyalistlerin sağında kalanları işaret eden komünistler de cephe bünyesinde yer alıyorlar. Ancak bu yapı Cephe’nin programatik bir netlik taşıdığı anlamına gelmiyor. 2003 yılı sonunda gerçekleşen Dördüncü Kongresinde yaşanan tüm tartışmalara karşın kendisini belirgin bir anti-liberal hatta tanımlamaktan imtina eden Cephe’nin programı esas olarak “üreten bir ülke” gibi kalkınmacı bir slogana dayanıyor. Tıpkı Brezilya’daki PT gibi sendikal kesimlerle güçlü bir ilişkisi bulunan ve ülke solunun önemli bir kısmını bünyesinde barındıran Cephe, bu üretkenliğin nasıl hayata geçirileceği konusundaysa net bir söylem tutturabilmiş durumda değil.
Latin Amerika’nın İsviçresi olarak bilinen bu küçük ve az nüfuslu ülkede kurulması muhtemel bir Frente Amplio hükûmetinin çalışan sınıflar lehine radikal dönüşümler gerçekleştirmeye yeltenme ihtimali tümüyle gündem dışı değil. Örneğin Cephenin radikal kesimini temsil edenler arasında yer alan ve Dördüncü Enternasyonal geleneğinden gelen “İşçi Demokrasisi” grubunun alması olası bakanlıklarda alternatif ve emek yanlısı politikalar hayata geçirmesi beklentiler dahilinde..-tabii her ne kadar Brezilya’daki Dördüncü Enternasyonal seksiyonu olan ve PT’nin sol kanadını temsil eden “Sosyalist Demokrasi” grubunun Lula’nın kabinesine giren üyelerinin hüzünlü deneyimleri radikallerin ağzındaki tadı kaçırmaya yetecek olsa da.
Bünyesindeki tüm soru ve sorunlara karşın Frente Amplio’nun seçimlerden zaferle çıkması ise sol açısından her şeye karşın büyük bir anlam taşıyor. Bu anlamın öneminin temelindeyse her şeyden önce Uruguay’daki seçimlerin çalışan sınıfların mücadelesi açısından, sıklıkla mukayese ettiğimiz Brezilya’dakinden farklı momentte gerçekleştirilecek olmasının payı büyük. Zira Brezilya’da toplumsal hareketin tüm umutları PT’nin seçim zaferine endekslenmiş ve zafer sonrası yaşananlar derin bir hayal kırıklığı yaratmıştı. Uruguay’daysa seçimler liberal hükumetin elini kolunu bağlayan bir işçi mücadelesinin sonrasında gerçekleşiyor ve solun zaferi bu mücadelenin politik plandaki zaferinin tescili anlamına geliyor. Dahası liberalizasyon uygulamalarını durduran işçi sınıfının basıncının yeni hükumet üzerinde de etkili olmaması için çok bir neden bulunmuyor. Özelleştirme politikalarını durduran Uruguaylı işçiler hükmedebilme maharetini kısmen de olsa fiiliyatta yitirmiş liberallerin hükumetten resmen düşecekleri günü bekliyorlar aylardır. Olası bir Frente Amplio hükümetinin tüm siyasal çerçevesini parlamenter mücadeleye endekslemiş sol kesimleri hayal kırıklığına uğratma ihtimali yüksek… ancak sokakta verdiği mücadelede kazandığı elin büyük siyaset sahasında da kendi izdüşümünü yarattığını gören bir işçi sınıfının kolay kolay eve girmeyeceğini söylemek de boş hayal olmasa gerek.