Ekonomi kurmayları ve IMF heyeti “piyasaları memnun edecek” yeni bir program için kapalı kapılar ardında harıl harıl çalışıyorlar. Geçen haftaya kadar “Biz üç yıllık ekonomi programımızı kendimiz hazırladıktan ve meclis açıldıktan sonra IMF ile ilişkilerin biçimine karar vereceğiz” diyen hükümet, kısa sürede çark etti ve programı IMF ile hazırlamaya başladı. IMF ile görüşmeleri geciktirerek, AB […]
Ekonomi kurmayları ve IMF heyeti “piyasaları memnun edecek” yeni bir program için kapalı kapılar ardında harıl harıl çalışıyorlar. Geçen haftaya kadar “Biz üç yıllık ekonomi programımızı kendimiz hazırladıktan ve meclis açıldıktan sonra IMF ile ilişkilerin biçimine karar vereceğiz” diyen hükümet, kısa sürede çark etti ve programı IMF ile hazırlamaya başladı. IMF ile görüşmeleri geciktirerek, AB ile işleri yoluna koyduktan sonra daha güçlü masaya oturmak isteyen, stand by anlaşmasına nazaran program sonrası denetim anlaşmasını tercih ettiğini utangaçça fısıldayan hükümetin “bağımsızlıkçılık oyunu” erken bitti.
Bu oyunda AKP hükümeti, Merkez Bankası Başkanı Serdengeçti’ye bile hükmedemedi. Devlet Bakanı Abdüllatif Şener “IMF’ siz bir programın gevşeme, gevşemenin de kriz getireceği”ni defalarca söyleyen Serdengeçti’yi bir bürokrat olarak haddini bilmeye çağırdı ama oyunun sonunda haddini “öğrenen” hükümet oldu. Hükümetin hizaya gelmesi için kullanılan sopa da Cumhuriyet tarihinin en yüksek düzeyinde gerçekleşen dış ticaret açığıydı. AKP hükümetinin “büyüyerek enflasyonu düşürdük” propagandasının altyapısını oluşturan “düşük kur-yüksek reel faiz” politikası “yüksek faize sıcak para hücumunu” sağladığı ölçüde işliyor. Ancak bu politikanın “yan etkisi” olan değerlenmiş TL’den doğan yüksek dış açık hükümetin kafasında keskin bir kılıç gibi dolanıyor. Bu dış açıkları Mayıs ayında döviz rezervlerinden 1.1 milyar dolar aktararak finanse eden hükümet, herhangi bir ani para kaçışı karşısında Ecevit hükümetinin “makus” kaderini paylaşmaktan endişe ediyor. Son beş yıl içinde katlanan IMF borçlarının 2005 yılından itibaren geri ödenmeye başlanacak olması hükümetin dış kaynaklı sıcak paraya bağımlılığını arttırıyor. Geçtiğimiz hafta içi Doğan Medya’nın çeşitli kalemlerinin, Serdengeçti’nin ve TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun “dış açık büyük, ancak IMF ile devam edersek problem yaşanmaz” tarzı açıklamaları, piyasanın “provoke edilme” olasılığını ve hükümetin endişelerini arttırdı. Böylece Babacan ve Hazine Müsteşarlığı IMF’yi acilen Türkiye’ye çağırdı.
Şimdi masadalar. Önce eski programdan eksik kalan işleri, sonra da yeni programı konuşacaklar. Bir önceki programdan kalan “ev ödevleri” Ocak 2005’e kadar tamamlanmak durumunda. 31 Temmuz’da onaylanan 8. gözden geçirme sürecinde Ali Babacan ile Süreyya Serdengeçti imzasıyla IMF’ye verilen niyet mektubunda oldukça zorlu ödevler sıralanmış:
1. 1 Ocak 2005’e kadar petrol ürünleri piyasası, fiyatlar serbest piyasa tarafından belirlenecek şekilde tarihinde liberalize edilecek: Dünya çapında artan petrol fiyatları karşısında ülke tarımının korunmasını olanaksız hale getirecek. Bu madde tarımın temel girdilerinden olan mazota yönelik devlet desteğinin kaldırılmasını amaçlıyor.
2. Özelleştirmeler hızlanacak: Hükümet niyet mektubunda özelleştirmelerin yavaş ilerlemesinin aleyhteki yargı kararlarından kaynaklandığını ve bu konuda yasal düzenlemelerin gerçekleştirildiğini uygulamanın hızlandırılacağını taahhüt ediyor. Mektupta “TÜPRAŞ’ın satışının yargı kararı ile durdurulması nedeniyle, 3 milyar dolar tutarındaki yıl sonu özelleştirme gelir hedefinin altında kalınması muhtemeldir. Ancak, önümüzdeki dönemde bu konudaki çalışmalarımız hız kazanacaktır. Bu amaca yönelik olarak, Türk Telekom’un yüzde 45’ten fazla hissesinin yabancılara satışına imkan veren kanun onaylanmış olup, ihale sürecinin yıl sonundan önce başlatılması beklenmektedir. Aynı zamanda, PETKİM ve Türk Hava Yolları’nın yüzde 10 ile 15 oranındaki hisse senetlerinin halka arzları planlanmaktadır.” deniliyor. Hükümet böyle bir irade beyanıyla egemenler cephesinde yeni didişmenin arenasını açıklıyor: Yargı
3. Bankacılık düzenlemeleri ve kamu bankalarının özelleştirilmesi.
4. Sosyal Güvenlik Reformu.
İşte niyet mektubunda da yer alan bu madde, yeni stand-by anlaşması gereği uygulanması planlanan programın da merkezini oluşturuyor. Sosyal güvenlik sisteminin mali dengesinin hızla bozulmakta olduğunu ve ileride büyük sıkıntılar yaratacağını ileri süren, bu konuda radikal önlemler isteyen IMF temsilcileri yatıyor kalkıyor her gün Türkiye’deki sosyal güvenliğe dair edecek bir laf buluyor. IMF Dış İlişkiler Direktörü Tom Dawson, Türkiye’nin sosyal güvenlik açığının faiz dışı fazla kadar olduğunu söyleyerek, Moghadam, “Türkiye’nin gelecek birkaç ayda, sosyal güvenlik sistemini reformdan geçirecek önlemleri karara bağlamasının bekliyoruz” diyerek, IMF Türkiye raporunda 1999 yılında yapılan önemli reforma karşın mevcut emeklilik sisteminin ”cömert” olduğu ve sürdürülemeyeceğini savunarak hükümetin yol haritasını çiziyor: Güvencesizleştirme.
Güvencesizleştirmeye yönelik en büyük adımı kuşkusuz ki 1.5 milyon kamu çalışanını sözleşmeli personel statüsüne geçirmek için yapılan çalışmalar oluşturuyor. Ancak IMF sadece çalışanlarla ilgilenmiyor. IMF heyeti Türkiye’ye gelmeden önce yapılan “Emekli maaşları vergilendirilmeli” açıklamalarıyla emekçilere yönelik saldırı programının şiddetine dair önemli bir ip ucu verilmiş oldu. Ancak hükümet toplumun tamamını karşısına alacak böyle bir düzenlemeyi siyasi geleceği açısından riskli bulmuş olacak ki sosyal güvenlik alanındaki IMF taleplerini “farklı yöntemlerle” karşılamayı planlıyor. Ali Babacan, sosyal güvenlik konusunda bir dizi reform çalışmasının devam ettiğini ve Eylül ayı sonuna kadar emeklilik sistemi reform stratejisi konusunda bir karar verileceğini, bu statejinin temelinde üç emeklilik kurumunun birleştirilmesi olduğunu kaydederken, “Maaşlardan vergi kesilmesi söz konusu değil, vatandaşlar boşuna endişelenmesin” diyerek gelen saldırıyı gizlemeye çalıştı. Oysa Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından hazırlanan “Sosyal Güvenlik Sisteminde Reform Önerisi” adlı taslak metinde “mali açıkların giderilmesi” hedefine uygun olarak emekli aylıkları gerilemesi, emeklilikte aranan prim gün sayısının ise arttırılması amaçlanıyor. . Ancak 2005’ten itibaren sisteme giren her çalışan, emekli olabilmek için 2 bin gün fazla prim ödemek zorunda olacak. Kadınlarda 58, erkeklerde 60 olan emeklilik yaşı da kademeli olarak artırılacak. Halen yıllık bazda SSK ve Bağ-Kur’da yüzde 2.6 ve Emekli Sandığı’nda yüzde 3 olan aylık bağlama oranı, tüm mevcut ve sisteme yeni girecek sigortalılarda 2015’e kadar yüzde 1.6’ya düşürülecek, yani emeklilik sistemi emekli etmeyecek. Emekli aylıkları hesaplanırken, sigortalıların reform sonrası dönemdeki geçmiş prime esas matrahlarının enflasyon oranında güncellenmiş ortalaması esas alınacak. Böylece primler düşük gösterilerek emekli maaşları düşürülmüş olacak. Ancak tüm bu düzenlemelerin mevcut sigortalıları değil sisteme yeni girecek olanları kapsadığı vurgulanıyor. Yani AKP sermaye siyasetini öğreniyor. İşçi sınıfını nesillere göre bölerek bu büyük saldırıyı en az politik zararla gerçekleştirmeyi planlıyor. Bütün bu düzenlemeleri alt alta koyduğumuzda Babacan’ın endişelenmeyin çağrısının emekçilere değil IMF’ye yönelik olduğu anlaşılıyor.
IMF ile hükümetin yeni stand-by anlaşması çerçevesinde yürütecekleri güvencesizleştirme saldırısının bir diğer ayağını “Sağlıkta Dönüşüm Programı” oluşturuyor. 8. Gözden geçirmede verdiği niyet mektubuyla hükümet IMF’ye söz konusu “reform” paketini Aralık ayı ortasında TBMM’ye sevkedip, Ocak ayında yasalaştıracağına söz vermi
ş bulunuyor. Sağlık Bakanı Recep Akdağ bu “reform” sayesinde Sağlık Bakanlığı’nı sadece “sağlık standartlarını belirleyici ve denetleyici” bir unsur olarak yapılandıracaklarını, bu kapsamda hastaneleri özerk kuruluşlar haline getirerek il özel idareleri ve belediyelere devretmeyi planladıklarını söylüyor ve “Sağlık Bakanlığı merkezde ebe tayini yapan bir müessese olmayacak” “müjdesini” veriyor. Sağlık hakkının gaspedilmesi, piyasalaştırılması anlamına gelen Genel Sağlık Sigortası, Aile Hekimliği gibi süslü lafların arkasında gizlenen gerçek bakanın ağzından dökülüyor. Bakanlığın işlevini denetlemeyle sınırlamak çalışanları ve sağlık hizmetini alanları piyasanın insafına terk etmek anlamına geliyor. Bakan “Sağlık personeline dedik ki, ‘ne kadar hizmet ederseniz o kadar döner sermayeden katkı payı alırsınız'” derken, sefalet ücreti ve güvencesiz çalışma anlamına gelen “reform”a geçen sene gerçekleştirdikleri iki grevle “dur” diyen sağlık emekçilerini “ticarileşme” saflarına katmaya çalışıyor.
Tüm çalışan sınıfları “Güvencesizleştirmeye” dair atılan bu kritik adımlar dışında masadan çıkacak olanlar ise Türkiye ekonomisinin klasikleri: Ülke ekonomisini borç ödemeye seferber eden %6-6.5 civarı faiz dışı fazla hedefinin korunması, kamuyu “raydan çıkartan” sıkı maliye politikaları, sigaraya yeni vergi, akaryakıta yeni zam, “ölçülü” maaş artışı vs… Geçtiğimiz günlerde ”Asgari ücret, yoksullukla mücadelenin en iyi yollarından biri olarak değerlendirilmiyor” diyen IMF sermayenin “emek tam rekabet” düşünü gerçekleştirmek için Türkiye’yi yakalamış ve bırakmaya hiç niyeti yok. Sermayenin iki mızıldanmasıyla IMF ile stand-by için masaya oturan hükümetin “Türkiye gerçeklerini gözeten”, “sosyal harcamaya ağırlık veren”, “istihdamı artıran” program hazırlayacağı iddiasına ise işçiler de, kamu çalışanları da, IMF de, patronlar da, kendisi de inanmıyor.