Teşbihte hata olmaz derler; bizim meclis adeta bir devrim meclisi gibi çalışıyor. Kamu yönetimi ve belediyelerle ilgili düzenlemelere bakmak bile bu kanıya ulaşmak için yeterli. Bir ucunda; şeffaflık, açıklık ve katılımcılık lakırdılarının, diğer ucunda; parçalanma ve bölünme kaygılarının yer aldığı bir zeminde yoğun olarak tartışılan bu yasalarla gerçekte ne değişiyor? Benim yanıtım kısa; iktidar ölçeği. […]
Teşbihte hata olmaz derler; bizim meclis adeta bir devrim meclisi gibi çalışıyor. Kamu yönetimi ve belediyelerle ilgili düzenlemelere bakmak bile bu kanıya ulaşmak için yeterli. Bir ucunda; şeffaflık, açıklık ve katılımcılık lakırdılarının, diğer ucunda; parçalanma ve bölünme kaygılarının yer aldığı bir zeminde yoğun olarak tartışılan bu yasalarla gerçekte ne değişiyor?
Benim yanıtım kısa; iktidar ölçeği. Ulus ölçeğinde tanzim edilmiş olan yöneten-yönetilen ilişkisi, bu iki yasa ve tamamlayıcı yasalarla ulus üstü ve yerel çekim merkezleri yönünde dönüşmüş oldu.
Devrim meclisi benzeştirmesini sürdürecek olursak, önemli bir çarpıklık hemen göze batıyor. Zira, iktidar ölçeğini yeniden ayarlayan meclis, Cumhuriyet tarihinin en iktidarsız meclisidir. Bugünkü meclis bakımından, yetkinin kaynağı ile yetki kullanımının kaynağı arasındaki bağlantı tümüyle kopmuş vaziyettedir; yasama hızı ile iktidarsızlık derecesi arasında doğrusal ve pozitif bir ilişkiden bile söz edilebilir. ‘Freni boşaldı’ sözü, tam da bu durumu anlatıyor, aksi olsaydı -karşı devrim özelliği taşısa bile- ‘şaha kalkmış’ derdik.
Yerel İktidar Blokları
Meclisi devindiren gücün ne olduğu sır değil; AB, IMF, DB, OECD… gibi bir sürü harf yığını yada kısaca emperyalizm ve küresel sermaye birikim rejiminin gerekleri. Ne var ki, listeyi burada noktalamak eksik olacaktır. Bu ulus-devlet bürokrasisinin yaklaşımıdır. İktidarın ulus ölçeğindeki yürütümünü üstlenmiş bürokratlar bakımından bugünkü tablo; dış güçlerle, meşruiyetini onlara tabi olmaktan alan işbirlikçi bir hükümetin marifetinden ibarettir.
Konuya işçi sınıfı açısından bakıldığında, tablo farklılaşmakta ve yukarıdaki listeye yapılması gereken zorunlu ilave de netleşmektedir.
Özal’ın ihracata dayalı büyüme politikası, kendi politika hedefleri içinde başarısız kalsa da, Anadolu’nun bağrında küresel meta zincirine şu veya bu düzeyde eklemlenen bir sermaye sınıfının oluşumunu başarmıştır.
Uluslararası işbölümüne girift taşeronluk ilişkileriyle doğrudan bağlanan bu sınıf, son 10-15 yıl içinde Anadolu kentlerinde yerel iktidar bloğu oluşumunu da büyük ölçüde tamamlamıştır. Yerel medya, ya bu bloğun mülkiyetine geçmiştir yada doğrudan denetimi altındadır. Vali ve kaymakamların itibar ve güçleri, bu bloğun çıkarlarını Ankara’da hangi ölçüde temsil edebildikleri ile orantılıdır.
Ademi-merkezileşmeden demokrasi umanlar, yerel iktidar bloklarının Anadolu kentlerinde uyguladıkları emek rejimlerine bakabilirler. Aynı şeyi, ülkenin bölünme ve parçalanma tehlikesini dile getirenlere de önermek mümkün. Parçalanan bir şey varsa o da işçi sınıfının örgütlenme ve mücadele kapasitesidir.
Yerelleşmenin kısa dönemli sonuçları üzerinde, İstanbul dukalığı diye de bilinen egemen sermaye bloğu ve yerel sermaye blokları arasındaki ilişki belirleyici olacaktır. Şimdilik sermayenin iki fraksiyonu arasında TESEV gibi “gönüllü kuruluşların” çabalarıyla kurulan “gönül bağlarıyla” idare edilmektedir.
Kaynak: Birgün